Gözlerine aynadan bakmak... İçten içe ne anlatmak istediğini oradan çözmeye çalışmak... Kalp atışlarının yetersiz kaldığı o anlamı, orada aramak... O sorunun cevabını içeren mi, yoksa soruyu soran mı aynadaki bakışlar? Hem "evet", hem "hayır"la birlikte sadece bakmak işte...
Bir "ben" gizli aynadakinde... Zaman zaman "biz"den ötürü kayıp, zaman zaman "sen"de mahkûmluğu ile cebelleşen bir "ben"... Birisinin yokluğuna teslim olmuş, kendi varlığını sürdürme sınavındaki bir "ben"... Yine o birisi için süslediği kelimelerini, yine o bakışlara gizlemiş; şimdi ise onları aramaktaki "ben". "Ben"i "sen"de kaybetmiş bir "hiçkimse" vardır aynada. Belki de "herkes"...
İçsel
karmaşanın şiddetince anlamını yitirir cümleler. Bakışlar da bir o kadar anlamsız, bakan da bir o kadar boş... Bu
yüzden, aynadakine sadece bakarsın.
Cevap
vermez aynadaki. Cevap bekler. Sen sorarsın, cevabı o bekler. Soru da
sormaz. Sadece cevap bekler. Verilir bazen o cevap suskunlukta. Gözlerin
duyar senin yerine, kalbin duyar. Kulakların duymaz, zihnin de...
Duymadığın, anlamadığın, çözemediğin, bulamadığın, kim olduğunu bilmediğin o aynadaki; kalabalık getirir senin yalnızlığına. Bakmakla olmayacağını çözmen ise, çok süre sonra gerçekleşir. Ya tanışmalısındır artık o aynadakiyle, ya da bırakıp kaçmalısındır onu... Kaçmalı, bırakıp kaçmalı; arkana bakmadan, koşarak uzaklaşmalısındır.
Uzaklaştıkça uçup gider kelimeler, sorular, anlamsızlıklar, anlamlar... Sen koşarsın, senin rüzgarının şiddeti ile birbirine çarpar soru işareti ile bitenler... Sonra üst üste binerler. Artık umursamazsın, koşarak uzaklaşırsın.
Koşarak...