24 Ocak 2014 Cuma

Hoşgeldin İbrahim Davut

"İki kişi olacak" demişlerdi. "Seni seven iki kişi olacak, seni çok sevecekler, senin hep peşinde koşacaklar, sen ağladığında onlar da ağlayacaklar, güldüğünde gülecekler." Böyle söylemişlerdi. "Ben o zaman hiç ağlamayacağım hep güleceğim" dedim. "Beni çok seven iki kişi ağlamasın diye ben de ağlamayacağım." "Öyle olmaz, yapamazsın, çünkü konuşamayacaksın sen." dediler. "Ne?" diye şaşırdım. "Ama şimdi konuşabiliyorum niye o zaman konuşamayacağım" diye sordum. "Onlardan öğreneceksin" dediler. "İlk önce sevmeyi öğretecekler sana, hiç tanımadığın iki insanı seveceksin, çünkü onlar seni kendilerinden çok sevecek. Sonra onları sevdiğinde onlarla konuşmak isteyeceksin tıpkı şimdi olduğu gibi." "Ama zaten konuşabiliyorum ben" dedim. Hemen karşılık verdiler: "seni anlamayacaklar ki, o yüzden gülmeli ve ağlamalısın. Ağladığında sıkıntın olduğunu anlayacaklar, güldüğünde ise keyfinin yerinde olduğunu. Yani sana iyi bakabilmeleri için senin bu ikisini yapman gerek. Onlar ağlamasın diye ağlamayacağım dememelisin." Kabul etmiştim denileni ama yine de deneyecektim.

Bazı zamanlar seslerini duydum, yanımda değillerdi ama duyabiliyordum yine de. Bazen beni sevdiklerini hissediyordum o hiç görmediğim iki insanın. Belli bir zaman sonra hadi gidiyorsun yanlarına dediler. Tamam dedim. Gözlerime inanamadım. Sadece iki kişi değildi beni bekleyen. Bir sürü insan vardı orada. Hepsi gözümün içine bakıyordu. Kimilerinin gözleri ıslaktı. Ağlamayacağım diyordum hayır ağlamayacağım iki kişiyi değil bir sürü kişiyi üzeceğim ağladığımda diyordum. Bir sürü kişi seviyor beni ve ağlarsam onlar da ağlayacak o yüzden ağlamamalıyım dedim. Bir süre ağlamadım gerçekten de, çok zordu bunu başarmak. Seni sevenin iki kişi olacağını sanarken bir orduyla karşılaşıp ağlamamak gerçekten çok zordu.

Sonra bir kadın ağlamaya başladı. Sesinden tanıdım onu. Yumuşacık huzur veren sesinden tanıdım onu. İçinde korku vardı, acı vardı ama hala yumuşacıktı. Bağırıyordu, ağlıyordu. Dedim niye, niye ağlıyorsun. Ben ağlamıyorum sen niye böyle ağlıyorsun? Sen ağlama diye ağlamamıştım ben halbuki ama sen niye ağlıyorsun. Sonra diğerlerine baktım, beni bekleyen, seven diğerlerine onlarda ağlıyordu. Ağlamasınlar diye ağlamamama rağmen ağlıyorlardı. O kadına baktım yine, dudakları titriyor, yanaklarından aşağı damlalar sel olup akıyordu. Dayanamadım.

Bana yanlış anlattılar herhalde diye düşündüm o sırada. Çünkü ağladığımda hepsi birbirine sarılmaya, gülmeye başladılar. O kadına tekrar baktım. Gülüyordu, gözlerini ıslatan damlalar parıldıyordu. Ağlamam gerektiğini öğrendim. Ne olursa olsun. Çünkü ağlamadığımda onlar daha fazla ağlıyordu.

Bir adam geldi daha sonra, gözleri ıslaktı hala. Beni görünce daha da ıslandı. Sesi titriyordu ve bana şöyle dedi: "Hoşgeldin İbrahim Davut"

6 Ocak 2014 Pazartesi

Gidişleri Seyretmek Üzerine

Yaprak dökümüne benziyor her bir gidiş. Dalında dururken zayıflıyor olsa gerek önce yaprağın sapı... Sonra her rüzgâr dokunuşu ağır gelmeye başlıyor. Ağırlaşan rüzgârı taşıyamaz olan yaprak, dayanamayıp bırakıyor tutunduğu dalı. Düşüşü estetik gözükür dışarıdan bakana... Nârince, aheste aheste süzülen yapraktır sonuçta, sonbaharın has güzelliklerinden... Onu dalından koparandı rüzgâr. Seyrânı güzel süzülüşünü sağlayan da rüzgâr.. 

Düşüşünü yaprak açısından ele aldığımızda, hayli hazin oluyor manzarası. Vurup kırıp darmadağın etmesi yetmez gibi, kendisi esip geçen rüzgâr... Bir de geri gelip düşüşünü yavaşlatması yok mu? Çıldırmaması elde değildir yaprağın! Belki de bu yüzden, toprağa düştükten sonrası çürüme evresi olur yaprağın. Sararmışlığına solmuşluk eklenir. Git gide parçalanmışlık kaplar üstünü... Sonra toprak... Esen, esip geçen rüzgâr hissedilmez olur birkaç toprak zerresinden sonra; işte o zaman, bitmiştir yaprak. 



Seyredenler mi? Yerle temasından sonra bakmazlar artık yaprağa. Onlar için, rüzgârla bütündür yaprak. Her dakikasında... Yaprak yaprağa, rüzgar rüzgara bırakıldığında ise, belki farklı canlanır hikaye... Belki geri gelişi yaprağı tutmak içindir rüzgârın, belki öylece düşüşü rüzgâra "dur" dememek içindir yaprağın.

Yaprağın ve rüzgârın kendilerine has hikayeleri vardır bir düşüş sürecinde, elbette. Lâkin, canından can kopmuş olan ağacı sormaz kimse. İşte ağaç... Aslında yazmak istediklerimin ana kahramanı... Aslında seni, can dostumu, ağaç olup an(lat)malı.
....
Gün geliyor ve ulaşamıyorsun işte. Ulaşamıyorsun, gün geliyor işte. Bu iki cümle arasındaki hata payınca ölçülür gidişinde üzerime kalan korku...

Gözyaşlarını tutamayan ellerim mi, gidişini seyre dalan gözlerim mi, "Gitme!"sini içine saklayan gönlüm mü suçlu?
Yaprağının düşmesine göz yuman ağaç mı suçlu, onu düşüren rüzgâr mı?

Söyleseydin ya can dostum! Söyletseydim ya...