6 Nisan 2013 Cumartesi

Zambak

   Dudaklarını alnından ayırdı. Sıcacıktı alnı ama biraz önceki kontrol ettiğine nazaran biraz düşmüştü ateşi. Onun vücudu sıcaktı, ateşi vardı, kendisinin ise kalbi cayır cayır yanıyordu. "Yağmurun altında bekletmeseydim böyle olmayacaktı, ateşi çıkmayacaktı, yatmayacaktı şimdi yatakta bitap bir halde. Uyuyan bir meleği andırıyordu beline kadar çekili yorganın altında. Göğsünün inip kalkışını izlerken kendisine küfrediyordu.

   Araba bozulmuş, oto tamircisinin gelmesini bekliyordu. Araba yapıldıktan sonra yıl dönümlerini kutlamak üzere özel günlerde hep gittikleri restauranta gideceklerdi. Yan koltukta ona vermek üzere aldığı zambaklara baktı. İçine iliştirdiği, çirkin yazısıyla yazdığı notu hatırladı. "Bu zambakların arasında özel bir tane var, en güzeli en özeli... Sen de o zambak gibisin..." Ona vermek için sabırsızlanıyordu  hem çiçekleri hem de... Gülümsedi, tamircinin gecikmesine rağmen gülümsedi. Beklemekten nefret ettiğini bildiği için hiç bekletmemişti özel olan Zambak. Ama şimdi uyduruk bir tamirci nasıl da bekletiyordu hem de böylesine özel bir günde. Tamirciyi ikinci arayışında yağmur başladı. Bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Kova kova su döküyorlardı sanki başlarının üstünden. "Dışarda beklemiyordur inşallah beni bekletmeyen..." diye geçirdi içinden. Arabanın içine girdi, tamirciyi beklemeye başladı. Onun doldurduğu cd'yi teybe yerleştirdi. Sia'dan breath me şarkısı çalmaya başladı. Kadınla beraber mırıldandı ama asla Zambak kadar iyi değildi. Ne dediğini bile bilmiyordu şarkıda nasıl olabilirdi ki? Şarkı ikinci dakikasına geldiğinde tamirci geldi. Arabayı tamir etmesi on dakikayı buldu. Yüz lirayı alıp başka birini bekletmek üzere yanından ayrıldı.

   Yağmurda kayabileceğini hesaba katmadan gidebildiği en hızlı şekilde sürdü, bu yağmurda en az kırk beş dakika tutacak yolu on beş dakikada gitti. Bir şeylerin ters gideceğini anlamıştı. Ona çabucak ulaşıyorsa kesin bir sorun vardı, başı beladaydı. Köşeyi döndüğünde apartmanın dışında onu beklediğini gördü, sırılsıklam olmuştu. "Tabi ya." dedi. "Ona gecikeceğimi söylemedim, bu yağmurda beni bekletmemek için şemsiyesini bile almaya çıkmamış yukarı." Kalbi sevgiyle doldu. Ona duyduğu öyle bir şeydi ki küçücük kalbinin içine sınırsız bir sevgi sığıyordu, her geçen gün biraz daha fazlası eklenen sınırsız bir sevgi... Yaklaştığında, yüzünü gördüğünde şoke oldu. Ayakta zor duruyor, güçlükle nefes alıyordu. "Aptal" diye bağırdı "Aptal herif, arasaydın en azından, çekici arasaydın da taksiyle gitseydiniz, illa arabayla gitmeniz şart mıydı sanki?" Direksiyona vurup duruyordu. Göz göze geldiler, gözleri ona bakmıyordu ama içinden geçip gidiyordu. Başka bir yerdeki başka bir şeye bakıyordu, o burada değildi. Arabayı hemen durdurdu, kapıyı kapatmadan, anahtarı kontaktan çıkartmadan çıktı, zambağın yanına koştu. Yanına geleni görünce yüzünde oluşan zoraki gülümseme içini yaktı. "Seni beklettim mi?"

   Gülümseme kayboldu, elindeki geçen ay bin bir kavga sonucu aldığı çantası yere düştü, başı öne eğildi, dizleri koyverdi, sevgilisinin kucağına bıraktı kendini. Artık bırakabilirdi, kurtarıcısı gelmişti, yine kurtarırdı. Elini hemen Zambağın alnına koydu buz gibi havada yağmurun altında sırılsıklam olmasına rağmen alev alevdi, ateşi vardı. Kucakladığı gibi arabanın arka koltuğuna yatırdı. Kendine lanet okuyor, küfrediyordu. "Hep yanlış kararlar almak zorunda mısın, hep yanlış yapmak zorunda mısın?"

   Dün akşam olanlardan ötürü kendisine kızmaktan, küfürler savurmaktan kendini alamadığı için dünyanın en güzel gözlerinin üzerinde olduğunu, kendisini izlediğini fark etmedi. Buruk ama kocaman gülümsemeyi görmedi. Tek takip ettiği şey zar zor inip kalkan göğsüydü. Derin bir nefes, ardından zar zor inen göğüs... Hafif bir nefes, hareketsiz göğüs, tekrar bir nefes zar zor dışarı çıkan hava... Onu seyretmesi acı veriyordu.

   Derin bir nefes, tek bir harekette sönen ciğerler... Ardından gelecek hafif nefesi bekledi, bekledi. Gözleri dolmaya başladı. Hala bekliyordu. Biliyordu hafif nefes gelecekti bundan sonra, sıralama böyle olmalıydı, durma yoktu bu sıralamada, olmamalıydı da... Gözlerinden iki üç damla döküldü. Yine bekledi o hafif nefesin gelişini, az biraz yükselen göğsü görmek istedi. Ama ne nefes dolduruyordu ciğeri ne de göğüs yükseliyordu. Kafasını iki yana sallamaya başladı, "Hayır, hayır, hayır..." diye sayıklamaya başladı. Bağrıyordu, hıçkırıyordu, gözlerinden kova kova boşalan yağmura aldırmadan hala bekliyordu. "Hadi" diye bağırdı. "Al nefes, lütfen al, hafif olsun derin olsun, al ama. Al şu nefesi. Lütfen, yalvarıyorum sana..." Göz yaşları dün akşamki yağmurdan beter oldu, yağmaya devam etti. "Hayır, hayır, hayır..." Kafasını hayır anlamında sallarken nefesini tutmuş onu seyreden, güzel gülümsemeyi fark etti.

   Göz yaşlarını tutması imkansızdı artık. "Aptal" diye bağırdı yatağın yanında oturduğu yerden. Kafasını sertçe karnına gömdü. Yağmurda ıslanmasına sebep olduğu kadını şimdi gözyaşlarıyla yıkıyordu. Hıçkırıkları devam ediyordu. Hem hıçkırıklardan, hem nefesinin kesilmesinden, hem de kafasının karnına gömdüğünden ötürü dedikleri anlaşılmıyordu ama o biliyordu ne dediğini. Çünkü ağlayan o olsaydı, aynı şeyleri derdi. Kollarını doladı sevdiği adama. Kafasını öptü, kokusunu içine çekti. "Ben seni hiç bekletmedim ya, sen beni çok beklet..." Kokusuyla doldurduğu ciğerlerden son nefesini çıkardı, onun kokusuyla sarmalanmış nefesi verdi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder