-Yetişkinliğe nasıl girilir?
-Yasalara göre 18 yaşını doldurunca reşit oluyorsun ama senin sorduğun bu değil, değil mi?
-Hayır, değil. Ben, kişi yetişkin olduğunu ne zaman hisseder diye soruyorum?
-Hissetmesi gereken bir şey mi yetişkinlik? Böyle 18-20 yaşları civarındaki kişiye insanlar yetişkin gözüyle baktığı, ona yetişkinmişçesine davrandığı için yetişkin olunmuyor mu?
-"Yetişkinmişçesine" işte, anahtar kelime bu. İnsanların beklentisi, evet, bu yönde karşısındaki kişi o yaşlara gelince konuşulan konular bile değişiyor ama kişi toplumdan kendini soyutladığında yetişkin gibi hissedebilir mi?
-Sanki sorunda eksik şeyler varmış gibi.
-24 yaşıma bastım, kendi başıma kaldığımda çocukça davranabiliyorum...
-Bu insanın içindeki çocuk ruhtan kaynaklanmıyor mu?
-Dalga geçiyorsun, işte bu yüzden sana üstü kapalı sorular soruyorum.
-Soruyu görmeden cevaplayamıyorum işte ben de. Sen sorunun üstünü açmaya devam et.
-Bıraksalar boyuma posuma bakmadan 5 yaşındaki çocuğun yapacağı munzurlukları yapardım.
-Tutuyorlar mı ki?
-Sormayacağım neyse boş verelim. Hadi kalk, geç de oldu zaten.
-Bırakmalarına gerek yok, seni tutsalar bile sen çocukça davranıyorsun. Otur şuraya da anlat sessizce dinleyeceğim.
-Bu işi neden seçtiğimi hatırlıyorsun değil mi?
-Her kim istenirse o olabilecektin, kılıktan kılığa girebilecektin, gerçek hayatta taktığın maskeleri göstere göstere yaşayabilecektin.
-Evet, bu yüzden seçmiştim. Ama şu da vardı, cast ajansına başvurmadan önce izlediğim bir filmde 20 küsür yaşlarında insanlar lise öğrencilerini oynuyordu. Bir lise öğrencisinin yaptığı haylazlıkları yapıyorlardı. Film eğlenceliydi, büyümekten korkan bir insan içinse çıkış kapısı.
-Sen 5 sene önce bir lise dizisine girmiştin, girebilmem lazım deyip duruyordun, ama oynadığın rol...
-Evet, oynadığım rol: lisenin en uslu aklı başında, olgun öğrencisiydi.
-Hahahahaha
-Kötü kadınlar gibi gülme.
-Tutamadım affedersin.
-Fıkra gibi gerçi zaten.
-Devam et sorunun üstü tam açılmadı hala. Görebiliyorum ama fikir yürüterek görmek istemiyorum.
-Çevremdeki insanların düşüncelerini duymasam kafamın içinde istediğim gibi, hissettiğim gibi davranırdım.
-Çocuk gibi?
-Aynen öyle. Seni sinirlendirmek için saçlarını çektiğim zamanlara geri dönerdim, oradaki çocuk olurdum yine. Kadınların saçlarının farklı ortamlarda da çekilebildiğini bilmek istemezdim.
-Çocukluğunu bilmesem yeterince yapamadığın için böyle konuşuyorsun diyeceğim ama. 6 yaşlarındaydık, hatırlarsın belki, balkona çıkmıştık, sizin ilk evinizin balkonu, hani panjurları olan, hatırladın mı?
-Evet.
-Belli zaten hatırladığın, sırıtışından da anlaşılabiliyor. Balkona çıkmıştık, beşinci kattan aşağı su dolu balon atmıştık yoldan geçenlere. Her on beş dakikada bir ziller çalıyordu. Bizim balon bombardımanımıza rastlamış sırılsıklam aşağıdan kapıya geliyorlardı.
-Evde yokmuş gibi davranıyorduk.
-O akşamı da hatırlıyorsun ama değil mi?
-Nasıl unutabilirim, yediğim dayağın haddi hesabı yoktu. Annem terlikle babam tokatlarıyla dövmüştü.
-Şamar oğlanına dönmüştün.
-Sizinkilerin haberi yok tabii, ben tüm suçu üstüme almıştım. Hiçbir zaman satmadım seni.
-Kafama kakmana gerek yoktu. Ama bir şey soracağım, tekrar şamar oğlanı olmak mı istiyorsun sen? Hem bu sefer anan baban da dövmeyecek, hiç tanımadığın birinden dayak yiyeceksin.
-Çocukça bir istek değil mi?
-Fazlasıyla...
-Neyi sorguluyorsun o zaman, çocukça kararlar almak istiyorum demedim mi zaten?
-Neden bunu istediğini anlayamayacağım galiba.
-Anlamanı istemiyorum, soruma cevap ver.
-Yetişkin biri nasıl olunur? Bir düşünelim bakalım.
-...
-Sorumluluk...
-Bu kadar mı?
-Ama herhangi bir sorumluluk değil. Kendi hayatındaki sorumluluklarını yerine getirmezsen bundan etkilenen yine sen olursun, cezasını çeken de sen olursun, meyvesini yiyen de... Böyle bir sorumluluktan bahsetmiyorum ben. Bir başkasının sorumluluğundan bahsediyorum. Bir başkasının sorumluluğunu aldığın zaman, eğer yerine getirmezsen etkilenen bir başkası daha olabileceği için umursamamazlık yapamaz ve sorumluluğunu yerine getirirsin. Böylece yetişkin olursun.
-Sence böyle mi yetişkin olunur?
-Evet.
-Peki benim yetişkin olmamda yardımcı olur musun?
-O nasıl olacak?
-Sorumluluğunu almama müsaade et, evlen benimle.
-Ne?
-Duydun beni?
-Senden nefret ediyorum biliyorsun değil mi? Yetişkin nasıl olunurmuş. Buna nasıl cevap vereceğimi biliyordun değil mi?
-Evet, biliyordum.
-Şimdiki cevabımı da biliyorsun değil mi?
-Buraya kadar düşünebildim.
-Çok alçak gönüllüsün. Beni böyle kandırmayacağına, benimle böyle oynamayacağına söz verirsen bu çocuğu eşim olarak kabul ederim.
-Söz...
27 Ekim 2013 Pazar
26 Ekim 2013 Cumartesi
Kelime Sarfiyatı
7 Mart 2013 tarihli bir yazımla selamlaştık:
Kelimeler sarf edildikçe azalır da, anlamlarında
bozukluk olur mu? Anlamdaki bozukluk, yanlış sarfiyattan ileri gelmekteymiş
gibi, kelimelerimi doğru zannedişime gizlerim.
Sarf edilen kelimelerin kısıtlı anlamında boğulu hislerim. Sarf edilmeyenlerde gizlenen gözyaşınca buğulu gözlerim. Bir nefes... Bir sesteki huzuru özlerim.
Sıfırdan sağa doğru uzaklaşmaktayken zaman, aynı doğrultuda sola giden düşünceler nötründeyim. Sıfırda buluştuğum düşüncelerimle, aslında hiçbir yerdeyim. Onlarla yerimde saydığım rakamlarca cebelleşirim.
Özlerim, izlendikçe gizlerim.
Gizlendikçe izlerim? Gizlendikçe izlerim.
Sarf edilen kelimelerin kısıtlı anlamında boğulu hislerim. Sarf edilmeyenlerde gizlenen gözyaşınca buğulu gözlerim. Bir nefes... Bir sesteki huzuru özlerim.
Sıfırdan sağa doğru uzaklaşmaktayken zaman, aynı doğrultuda sola giden düşünceler nötründeyim. Sıfırda buluştuğum düşüncelerimle, aslında hiçbir yerdeyim. Onlarla yerimde saydığım rakamlarca cebelleşirim.
Özlerim, izlendikçe gizlerim.
Gizlendikçe izlerim? Gizlendikçe izlerim.
---
Zamanlar öncesinde yazılanlar anlatıyorsa hâlâ hâlimi, büyümemişim demek ki... Hayır, öğrendiğimi zannetmişim ama, yavaş ilerlemişim. "Bir de dönüp bakmış ki, bir arpa boyu yol gitmiş" cümlesi, masal içindeki kadar sevimli olabilseydi belki...
Artık yarım kalıyor cümlelerim. Düğümleniyor bir yerde hislerim. Artık... Yazamıyorum. Anlatamıyorum. Anlayamıyorum çünkü.
Çünkü anlayamıyorum.
Leyla ile Mecnun'un Anısına..
![]() |
O gemi bir gün gelecek Mecnun ! |
Bu gece kendi kendime düşündüm. Tıpkı Mecnun'un yaptığı gibi ''Ne yazmalıyım ?'' Haftalardır düşündüğüm bu sorunun cevabını, izlediğim üç dakikalık bir anlatıda bulabildim. Sadece istediğini yaz diyordu iç sesim. Öyleyse başlıyorum artık bende blogdaki yazım hayatıma.
Bu gece bir adamın hayal dünyasının ne kadar geniş olabileceğine şahit olduk hepimiz. Seveniyle, sevmeyeniyle belirli bir kitleye sahip bir dizinin sadece üç dakikalık finalini izledik. Kimimiz ağladık kimimiz etkisinden kurtulamadık kimimizse hiçbir şey olmamış gibi kapattı o lanet kutuyu. Tüm diziyi final bölümüne göre kurgulamış olan Burak Aksak muhteşem bir şekilde izleyen herkesi ters köşeye yatırmış ve dizide yaşanılan tüm absürtlüğün sadece Mecnun'un beyninde yaşandığını bize göstermiş oldu...
Çeşitli nedenlerden dolayı tamamını izleyemediğimiz finalin özetinde Mecnun'un ilkokuldayken bir kaza geçirip yatağa bağlı kalarak yaşama devam etmesi ve dizideki karakterlerin neredeyse tamamını kendi kafasında kurgulayarak hayal dünyasında yaşamına devam etmiş olduğunu öğreniyoruz.
Hepimiz en az Mecnun gibi kendi çölümüzde kayboluruz bazen. İşte Leyla ile Mecnun ekibi dizide yaşananların sanıldığı gibi absürt ve gerçeklikten uzak olmadığını bu finalde göstermiş oldular. Yeni dizilerinde de aynı profesyonelliği göreceğimizden eminim.Yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkürler..
22 Ekim 2013 Salı
Uçurum Kenarı Dialogları 5
-Niye geldin yine buraya?
-Bilmiyorum.
-Bana mı ihtiyacın var yoksa buraya mı?
-Buraya galiba. Burası çok güzel.
-Evet, öyledir. İnsana insan olduğunu hatırlatır burası. Melekler gibi gökyüzünde yaşayabileceğini gösterir burası, bir köpek gibi ölebileceğini de.
-Hayatı hatırlatıyor burası bana. Tek bir yanlış adımda dünyanın dibini boyluyorsun. Az önce bulunduğun tepeden baktığın gökyüzünü göremiyorsun bir daha, içini ısıtan güneş üzerine vurmuyor bir daha, ufukta, belki de hiç ulaşamayacağın yerleri göremiyorsun bir daha. Ne hayal kalıyor geriye, ne hedef... Eskisi gibi de olmuyor, çıkamıyorsun çünkü tekrar aynı yere. Metrelerce düşmüşsün, nefes alamıyorsun, kalbin atmıyor, nasıl tekrar çıkabileceksin ki?
-Bu yüzden mi geliyorsun buraya?
-Evet.
-Emin misin? Sen buraya kendini görmeye geliyorsun. Kendine insan olduğunu hatırlatmak için geliyorsun. Yanlış adımlar atabileceğini, ve o attığın adımlara inatla devam edersen gideceğin yeri görmek için geliyorsun buraya. Senin melekler gibi gökyüzünde yaşayacağını ya da bir köpek gibi bu uçurumun dibinde geberip gideceğini gösteriyor sana. Yaptığın yanlışlardan bu sayede geri dönebiliyorsun.
-Yanlış yapmak mühim değil mi o zaman?
-Mühim değil, yanlış yapmamaya çalıştığın müddetçe mühim değil. Yapmamaya çalışınca...
-Yapmamaya çalışınca farkında oluyorum çünkü ayağımı kaldırdığımı, adımımın ilerisinde ne olduğunu görebiliyorum.
-Aynen öyle.
-Peki, nasıl insan olmalıyım?
-Köpek olmaktan uzak durarak.
-O nasıl olacak peki?
-İnsan olup burası gibi bir yerde yaşamalısın. Buranın dibindeki yerde kendi kanında boğularak yaşamak istemiyorsan adımlarına dikkat etmelisin. İnsansın zaten sen, sadece köpek olmamaya çalışmalısın.
-Sen köpek olmamayı becerdiğin için mi hep buradasın.
-Aksine, ben bir insan olduğum için buradayım.
-Ne farkı var?
-Ben gökyüzünde yaşıyordum ve bir gün yanlış adım attım...
-Bilmiyorum.
-Bana mı ihtiyacın var yoksa buraya mı?
-Buraya galiba. Burası çok güzel.
-Evet, öyledir. İnsana insan olduğunu hatırlatır burası. Melekler gibi gökyüzünde yaşayabileceğini gösterir burası, bir köpek gibi ölebileceğini de.
-Hayatı hatırlatıyor burası bana. Tek bir yanlış adımda dünyanın dibini boyluyorsun. Az önce bulunduğun tepeden baktığın gökyüzünü göremiyorsun bir daha, içini ısıtan güneş üzerine vurmuyor bir daha, ufukta, belki de hiç ulaşamayacağın yerleri göremiyorsun bir daha. Ne hayal kalıyor geriye, ne hedef... Eskisi gibi de olmuyor, çıkamıyorsun çünkü tekrar aynı yere. Metrelerce düşmüşsün, nefes alamıyorsun, kalbin atmıyor, nasıl tekrar çıkabileceksin ki?
-Bu yüzden mi geliyorsun buraya?
-Evet.
-Emin misin? Sen buraya kendini görmeye geliyorsun. Kendine insan olduğunu hatırlatmak için geliyorsun. Yanlış adımlar atabileceğini, ve o attığın adımlara inatla devam edersen gideceğin yeri görmek için geliyorsun buraya. Senin melekler gibi gökyüzünde yaşayacağını ya da bir köpek gibi bu uçurumun dibinde geberip gideceğini gösteriyor sana. Yaptığın yanlışlardan bu sayede geri dönebiliyorsun.
-Yanlış yapmak mühim değil mi o zaman?
-Mühim değil, yanlış yapmamaya çalıştığın müddetçe mühim değil. Yapmamaya çalışınca...
-Yapmamaya çalışınca farkında oluyorum çünkü ayağımı kaldırdığımı, adımımın ilerisinde ne olduğunu görebiliyorum.
-Aynen öyle.
-Peki, nasıl insan olmalıyım?
-Köpek olmaktan uzak durarak.
-O nasıl olacak peki?
-İnsan olup burası gibi bir yerde yaşamalısın. Buranın dibindeki yerde kendi kanında boğularak yaşamak istemiyorsan adımlarına dikkat etmelisin. İnsansın zaten sen, sadece köpek olmamaya çalışmalısın.
-Sen köpek olmamayı becerdiğin için mi hep buradasın.
-Aksine, ben bir insan olduğum için buradayım.
-Ne farkı var?
-Ben gökyüzünde yaşıyordum ve bir gün yanlış adım attım...
21 Ekim 2013 Pazartesi
Tohum ve Toprak
Bir varmış, bir yokmuş, çok uzun zamanlar önce, herkesin bildiği, ama aslında bilinmeyen topraklara bir tohum düşmüş. Tek bir tohum. Ancak sığabilirmiş zaten o topraklara. Büyümek istemiş tohum, toprak da onu büyütmek istemiş. Tohumun büyümeye, toprağın tohuma ihtiyacı varmış.
Akşam Çöktü
Yüklenme o
bavulu, ellerin bükülüyor
Ellerin,
bağırıyorlar benden içeri
Yırtıp geçiyor
göz bebeklerimi de
Anlatması çok
dertli şimdi
Akşam çöktü.
Hem, oldum olası
yakınırsın sırt ağrısından
Bırak olduğu yere
kendisi gelsin
Bir beyaz, bir deniz,
bir uykusuz alsın
Ben öyle güzel
severim ki seni
İstemeye istemeye
Şaşırırsın
Bir vapurun
ışıkları gözümü alıyor
Kaşını kirpiğini
korusun tanrım
Ben yakamoz
sevmem
Caddelerde
koşuyor takım elbiseler
Bir meyvelerin
tadı çok yakın
Gündüz çayları cehennem
Senli uykular
Kırıyor dalını
yalnızlığın
Ben seni öyle
severim ağzımın sağ yanı
Bir çocuk gibi,
altın saçları dağılan
Ve bir adam,
bacağımın açısında beslediğim
Boşuna bırakmadım
ayaklarımı, yuvamızda
Uğurlamasaydın
bakışlarını
Belki bir
tanıdıkla
Bir gün evvelsi
Şaşırırdın.
19 Ekim 2013 Cumartesi
Uçurum Kenarı Dialogları 4
-Hayatımı sonlandıracak olsam vazgeçebileceğim bir yöntemle yapardım bunu.
-Nereden çıktı bu?
-Hiç, aklıma geldi.
-Nasıl bir yöntemle sonlandırmak isterdin,peki?
-Alnıma silah dayamak mesela. Kontrolün tamamen ben de olduğu bir yöntem. Ya da boğazıma bıçak saplamak. Ya da ne bileyim bu tarz bir şeyle.
-Vazgeçmek istersen vazgeçebileceğin bir şeyle öldürürdün yani?
-Aynen öyle. Dışarıdan kimsenin müdahale etmesini de istemezdim, edebileceği bir yöntem de seçmezdim. Hap içmek, bileklerimi kesmek gibi veya bunları kimsenin beni rahatsız etmeyeceğinden emin olduğumda yapardım.
-Karar vermişken gözlerini, öbür tarafta, ya da mezarının içinde açman gerektiğini düşünürken; bir hastanede açmak istemezdim ben de.
-Büyük bir şok olurdu benim için. Hayattaki başarısızlıklarımdan dolayı intihar ettiğimi düşünsene, hayatımı sonlandırmakta bile başarısız olmuş bir şekilde gözlerimi açıyorum hayata tekrardan. Ayrı bir intihar sebebi.
-Bir de hastanede açtığında neden intihar etmeye çabaladığını sorup duracak insanlar...
-Başarmış olsan, yani geberip gitmiş olsan böyle bir sorunla karşılaşmazdın. Ailen kendileri çözmeye çalışırdı. "Bu çocuk niye yaptı bunu?" deyip deyip ağlaşırlardı.
-Son sürat hiç sarsılmadan giden sapasağlam bir araba düz yolda niye duvara çarpar? Büyük bir bilmece. Ailene sorabileceğin en gizemli ve çözülmesi imkansız bir bilmece olurdu.
-Bir de hiç tanımadığım insanların hayatını ölümümle mahvetmek istemezdim.
-O nasıl olacak?
-Şehrin ortasında bir apartmandan aşağı atıyorsun kendini, şans eseri apartmanın altından da biri geçiyor.
-Tam on ikiden, adamın üstüne, bilmem kaç km hızla gelirken...
-Yani benim yüzümden ölüyor ya da sakat kalıyor. Ölmüş olsam bile istemem böyle bir şeye sebep olmak.
-Onu düşünebilecek durumda olacağını sanmıyorum. Beynin kaldırım taşlarının arasını doldururken bunu düşünemez herhalde.
-O kadar yüksetten mi attın aşağı beni? Arabayı bir yere vurarak ya da göle, denize sürerek de denemezdim ölmeyi.
-Sağlam küfür yerdin.
-Değil mi? Trafiğin akmasına engel oluyorsun mesela ya da ne bileyim, bir sürü polis gelip senin cesedini arıyor, arabanı çıkartmaya çabalıyor.
-Kötü tercih.
-Ama kesinlikle yapmam dediğim bir tek uçurumdan atlamak olurdu.
-Tüm kontrolün sende olmamasından ötürü değil mi? Vazgeçmek istesen de vazgaçemediğin bir yol olduğundan ötürü?
-Evet.
-Ben son çare olarak bakıyorum ona.
-Nasıl yani?
-Yani, yaşamak istese de yaşaması mümkün olmayan birinin yapacağı bir şey. Vazgeçmek istese de vazgeçemeyeceği bir yol. Tamamen boka batmış birinin yapacağı bir şey. Senin hayatını sonlandırma yollarına bakacak olsak tamamen batmadığını gösteriyor. Vazgeçmeni sağlayabilecek bir şeyler olduğuna inanıyorsun. Bu yüzden de deneyecek olsan bile vazgeçebileceğin bir yolla yapmak istiyorsun.
-Yarım saattir konuştuklarımız bu kadar güzel özetlenemezdi?
-Kes dalgayı.
-Neyse, peki sen nasıl bitirirdin hayatını.
-Bekleyerek.
-Nasıl yani?
-Kalbimin durmasını bekleyerek. Ne zaman olacağını bilmeden, bu son atışı mı diye düşünerek.
-Acı çekerek yani.
-Hayır, yaşayarak.
-Ne zamandır bekliyorsun, peki?
Menekşe
Kim bakacak boy
aynalarına, sabah ilk iş
Ben küçük derim
ya, kim sevecek gözlerimi
Bir terliği
tutturacak ayaklarına
Bulunur mu?
Kar kıyamet
üstümü açıp, kendini saran
Şarkılar, güzel
şarkılar
Bir karı kocada
bulamazsınız onları, otuzbeşlik
Apartman
boşluğunda iki âşık,
Pekala
bilirlerdi, yan yana yatmayı
Anası laf edecek
olmasa.
Gitti mi, evin
camı kapısı çağırıyor geri
Masa üstü menekşe
arıyor geceleri, gizliden
Zil çalınca bir
telaş
Buradayım ne
vakittir, bana böyle gülmediler
Bir saat evvel
seriyorum eşyalarını
Geldi mi
kuruyorlar hemen
On üçümdeydim,
sarışındım
Gözlerim yine
küçük, yine pek çirkindiler
O her daim
güzeldi
Her daim bir yaş
büyüktü benden.
Gamzelerine
otururdum rüyalarımda, hatırlarım
Boynundan aşağı
salardım kendimi yavaşça
Herkesin başka
bir cenneti varsa
Ne var ki
söylemeden bir sokaktan saptım
En gençlikti
nedensizce gülmelerimiz
Bir yandan yine
hasret
Su basmış
tarlalara
Seni şu
sandalyede düşünmeliyim sevgilim
Sevinmeli
narçiçekleri
Yine de tembihle,
çaldığım duyulmasın kimseden.
7 Ekim 2013 Pazartesi
Kalemce
Başlangıçtan önce bir boşluk bırakmasını
söylediler, kaçıncı boşluğa geldiğini bilemedi suskunluk.
Silmeden önce iyi düşünmesi gerektiğine karar vermesi, silgi tozlarını temizlediği zamana denk geldi.
Silmeden önce iyi düşünmesi gerektiğine karar vermesi, silgi tozlarını temizlediği zamana denk geldi.
Ucunu tekrar açıp yeniden başladığı zaman, sanki biraz sivrilmişti kağıtlara
karşı. Kısa sürdü onların dinlerken çektiği acı. Anlattıkça yumuşayan,
yumuşadıkça eriyen kalemdeydi sancı.
Son noktayı koymadan önce biraz bekle istersen, dediler. Mürekkebi bitti
kalemin. Son noktası olmadı bu hikâyenin.
---
6 Ekim 2013 Pazar
Uçurum Kenarı Dialogları 3
-Napıyorsun?
-Ödümü patlattın. Nereden çıktın sen?
-Ben hep buradaydım, sen sonradan geldin.
-Önce ben, sonra sen kavgası mı yapacağız? Söyle bakalım neden burada bekliyordun?
-Bana en fazla ihtiyaç duyduğun zamanlarda yanında olmuyor muyum?
-Evet, ama...
-"Sana ihtiyacım yok ki?"
-Evet, yok. Hem sen gerçek bile değilsin.
-Gerçek değil miyim? Beni görebiliyorsun, beni duyabiliyorsun, benimle konuşuyorsun ve bana gerçek olmadığımı söylüyorsun, öyle mi?
-Artık gerçekle yalanı karıştırıyorum. Ayırdımını yapamıyorum bu iki sahte şeyin.
-Çocukluğundan beri seninle değil miydim?
-Evet, o zamandan beri hep sana ihtiyaç duyduğum zamanlarda yanımda bittin, belirdin. Onun dışında hiç yanımda olmadın. Sadece sona yaklaştığımı hissettiğimde yanımda oldun.
-Özür dilerim, ama diğer türlü işe yaramazın tekiyim.
-Biliyorum, bu sefer de işe yaramayacaksın. İhtiyacım olmadığı halde geldin çünkü.
-Elindekine bakılırsa, sona yaklaştığını hissetmiyorsun artık, bunun son olduğunu düşünüyorsun.
-Birbirimizi anlayabilmemiz ne kadar güzel bir şey.
-Beni anladığını sanmıyorum.
-Elimdekini bırakmamı istiyorsun değil mi?
-Evet, elde duran tabancalardan nefret ederim, ne yapacakları belli olmuyor.
-Onları tutan ellerden nefret ederim diyemediğin için böyle afilli laflar ediyorsun, korkağın tekisin.
-Senin ellerinde bir tabanca varken nasıl "tabanca tutan ellerden nefret ederim." diyebilirim ki?
-Ben de ne zaman gelecek diyordum, şu romantik laflar.
-Hiçbir zaman hoşuna gitmemişti zaten.
-Beni değersiz hissettiriyor, benden güzel sözler söylemen.
-Elindeki tabancayı bırakacak mısın?
-Konuyu ne de güzel çevirdin. Ellerimden nefret ettiğini söylersen bırakacağım.
-Ellerinden...
-Evet?
-Ellerinden nefret ediyorum, onların tabanca tutmasına neden olan dünyadan nefret ediyorum.
-Ben de nefret ediyorum, bu yüzden tutuyor ellerim, bu yüzden parmağım sonu getirecek mermiyi ateşleyecek tetiğin üzerinde.
-Neden?
-Neden mi? Neden mi nefret ediyorum? Nelerden mi nefret ediyorum?
-Nelerden?
-Tek başıma olmaktan, yapayalnız yaşamaktan...
-Yalnız değilsin ki?
-Değil miyim? Şimdi buradasın diye havalara girme. Elime tabancayı almadan önce burada olmana rağmen sesini çıkartmayan sen mi yanımdasın? Bendeki sana gereksinim duyan parçayı yok etsem, sen de yok olurdun. Farkında değil miyim sanıyorsun? Üçüncü sonda fark ettim, ben olmasam sen olmayacaksın, sırf seni sevdiğim için ben var olmaya devam ettim, senin için. Sen yok olma diye, arada da olsa var ol diye. Bu yüzden katlandım bir çok şeye, tek başıma. Çok sıkıldığımda elime bir jilet alıyordum ve sen geliyordun, boynuma bir ip geçiriyordum sen geliyordun, yüksek bir binanın penceresini açıyordum ve sen geliyordun. Bugün farklı değil mi? Çünkü ben geldim. Elime tabancayı alıncaya kadar o sessiz köşende oturup seyredecektin yine beni. Eğer almasaydım sormayacaktın "napıyorsun?" diye, göstermeyecektin kendini, lanet olası gölgende saklanacaktın her zamanki gibi.
-...
-Ben elimdekini bırakıncaya kadar kaybolmayacaksın biliyorum. Şimdi susman bir şeyi değiştirmiyor yani, istediğin kadar susabilirsin, ama kaybolmayacaksın ben elimdekini bırakıncaya kadar. Gölgene saklanamayacaksın, bir kere gösterdin kendini.
-Kaç mermi koydun silahın içine?
-Bir tane, merak etme seni vurmayacağım. Yapamam zaten böyle bir şey. Gerçi kendimi vurduğumda sen de yok olacaksın ama ben görmeyeceğim. Emin olamayacağım düştüğüm o boşluğun içinde, gölgesinde saklanıyor mu hala; gölgesiyle birlikte yok oldu mu?
-Kendini vurduğunda dünyadaki herkes kaybolmayacak mı zaten?
-Bu nasıl bir hakaret?
-Ne?
-Çok kaba birisisin. Yalnız biri olduğumu biliyorum, yüzüme vurmana gerek yok. Ben öldüğümde herkes yok olacak. Belki cenazem bile olmayacak. Burada sinekler kurtlar saracak vücudumu kokuncaya kadar kimse fark etmeyecek. Kimse için değerim yok biliyorum, ben yok olunca kimse farkına bile varmayacak bu yüzden herkes kaybolacak.
-Elinde tabanca olunca çok alıngan oluyorsun. Ben sadece biri öldüğü zaman dünyadan silinmez, dünya ondan silinir demeye çalışmıştım.
-Buna mı inanıyorsun gerçekten? O zaman seni vurduğumda ben de silineceğim.
-Sadece benim için.
-Ben ölsem de hatırlardım seni.
-Başka neden yok mu eline bu tabancayı almana sebep?
-Yine... Neyse, senin gibi gölgede yaşıyorum ben de. Nasıl beceriyorsun gölgede yaşamayı? Kimse fark etmiyor, ben konuşunca gölgeme loş bir ışık düşüyor ama bu sefer benden iki tane oluyor. Düşünsene benden iki tane. Korkuyorum, kimseye bulaştırmak istemiyorum kendimi ve gölgemden dışarı çıkmıyorum. Nasıl yaşamayı beceriyorsun gölgende?
-İki kere sorduğuna göre gerçekten merak ediyorsun.
-Ben beceremiyorum.
-Sen, sana sahip değilsin çünkü. Ama ben...
-Sırıtma şöyle. Sen niye benim kadar harika değilsin?
-...
-Niye güldün ki bu kadar?
-Harika mı? Beceriksizin tekiyim ben.
-Aksine beni hayatta tutmayı başaracak kadar beceriklisin.
-Sıkılmadın mı benden? Çok uzamadı mı bu sefer?
-Bu sefer son, ikimiz de yok olacağız çünkü bir şekilde.
-Hiç son olmadı, ama?
-Bu sefer farklı.
-Bu sefer beni vuracaksın değil mi?
-Sana ihtiyacım olmadığını söyledim.
-Yani beni vurmayacaksın?
-Hayır ben kimseyi vurmayacağım, çünkü silah benim elimde değil. Sen bana ihtiyaç duydun, ben sana değil. Hiç sen gelmedin, hep ben geldim. Bu sefer de diğerleri gibi, elinde silah olan sensin tıpkı elinde jileti tutanın sen olduğu gibi, boynuna ipi dolayanın sen olduğu gibi. Ama sen bu sefer başaracaksın. Bu sefer yok edeceksin dünyayı. Ben bir aynayım, bir aynaya bakıyor ve bir aynayla konuşuyorsun, aslında aynayla da değil kendinle konuşuyorsun. Kendini kurtarmaya çalışıyorsun. Ama bu sefer gerçekten beceriksizin teki olacaksın. Belki de ben beceremeyeceğim bu sefer.
-Ama ben iki türlü de...
-Ödümü patlattın. Nereden çıktın sen?
-Ben hep buradaydım, sen sonradan geldin.
-Önce ben, sonra sen kavgası mı yapacağız? Söyle bakalım neden burada bekliyordun?
-Bana en fazla ihtiyaç duyduğun zamanlarda yanında olmuyor muyum?
-Evet, ama...
-"Sana ihtiyacım yok ki?"
-Evet, yok. Hem sen gerçek bile değilsin.
-Gerçek değil miyim? Beni görebiliyorsun, beni duyabiliyorsun, benimle konuşuyorsun ve bana gerçek olmadığımı söylüyorsun, öyle mi?
-Artık gerçekle yalanı karıştırıyorum. Ayırdımını yapamıyorum bu iki sahte şeyin.
-Çocukluğundan beri seninle değil miydim?
-Evet, o zamandan beri hep sana ihtiyaç duyduğum zamanlarda yanımda bittin, belirdin. Onun dışında hiç yanımda olmadın. Sadece sona yaklaştığımı hissettiğimde yanımda oldun.
-Özür dilerim, ama diğer türlü işe yaramazın tekiyim.
-Biliyorum, bu sefer de işe yaramayacaksın. İhtiyacım olmadığı halde geldin çünkü.
-Elindekine bakılırsa, sona yaklaştığını hissetmiyorsun artık, bunun son olduğunu düşünüyorsun.
-Birbirimizi anlayabilmemiz ne kadar güzel bir şey.
-Beni anladığını sanmıyorum.
-Elimdekini bırakmamı istiyorsun değil mi?
-Evet, elde duran tabancalardan nefret ederim, ne yapacakları belli olmuyor.
-Onları tutan ellerden nefret ederim diyemediğin için böyle afilli laflar ediyorsun, korkağın tekisin.
-Senin ellerinde bir tabanca varken nasıl "tabanca tutan ellerden nefret ederim." diyebilirim ki?
-Ben de ne zaman gelecek diyordum, şu romantik laflar.
-Hiçbir zaman hoşuna gitmemişti zaten.
-Beni değersiz hissettiriyor, benden güzel sözler söylemen.
-Elindeki tabancayı bırakacak mısın?
-Konuyu ne de güzel çevirdin. Ellerimden nefret ettiğini söylersen bırakacağım.
-Ellerinden...
-Evet?
-Ellerinden nefret ediyorum, onların tabanca tutmasına neden olan dünyadan nefret ediyorum.
-Ben de nefret ediyorum, bu yüzden tutuyor ellerim, bu yüzden parmağım sonu getirecek mermiyi ateşleyecek tetiğin üzerinde.
-Neden?
-Neden mi? Neden mi nefret ediyorum? Nelerden mi nefret ediyorum?
-Nelerden?
-Tek başıma olmaktan, yapayalnız yaşamaktan...
-Yalnız değilsin ki?
-Değil miyim? Şimdi buradasın diye havalara girme. Elime tabancayı almadan önce burada olmana rağmen sesini çıkartmayan sen mi yanımdasın? Bendeki sana gereksinim duyan parçayı yok etsem, sen de yok olurdun. Farkında değil miyim sanıyorsun? Üçüncü sonda fark ettim, ben olmasam sen olmayacaksın, sırf seni sevdiğim için ben var olmaya devam ettim, senin için. Sen yok olma diye, arada da olsa var ol diye. Bu yüzden katlandım bir çok şeye, tek başıma. Çok sıkıldığımda elime bir jilet alıyordum ve sen geliyordun, boynuma bir ip geçiriyordum sen geliyordun, yüksek bir binanın penceresini açıyordum ve sen geliyordun. Bugün farklı değil mi? Çünkü ben geldim. Elime tabancayı alıncaya kadar o sessiz köşende oturup seyredecektin yine beni. Eğer almasaydım sormayacaktın "napıyorsun?" diye, göstermeyecektin kendini, lanet olası gölgende saklanacaktın her zamanki gibi.
-...
-Ben elimdekini bırakıncaya kadar kaybolmayacaksın biliyorum. Şimdi susman bir şeyi değiştirmiyor yani, istediğin kadar susabilirsin, ama kaybolmayacaksın ben elimdekini bırakıncaya kadar. Gölgene saklanamayacaksın, bir kere gösterdin kendini.
-Kaç mermi koydun silahın içine?
-Bir tane, merak etme seni vurmayacağım. Yapamam zaten böyle bir şey. Gerçi kendimi vurduğumda sen de yok olacaksın ama ben görmeyeceğim. Emin olamayacağım düştüğüm o boşluğun içinde, gölgesinde saklanıyor mu hala; gölgesiyle birlikte yok oldu mu?
-Kendini vurduğunda dünyadaki herkes kaybolmayacak mı zaten?
-Bu nasıl bir hakaret?
-Ne?
-Çok kaba birisisin. Yalnız biri olduğumu biliyorum, yüzüme vurmana gerek yok. Ben öldüğümde herkes yok olacak. Belki cenazem bile olmayacak. Burada sinekler kurtlar saracak vücudumu kokuncaya kadar kimse fark etmeyecek. Kimse için değerim yok biliyorum, ben yok olunca kimse farkına bile varmayacak bu yüzden herkes kaybolacak.
-Elinde tabanca olunca çok alıngan oluyorsun. Ben sadece biri öldüğü zaman dünyadan silinmez, dünya ondan silinir demeye çalışmıştım.
-Buna mı inanıyorsun gerçekten? O zaman seni vurduğumda ben de silineceğim.
-Sadece benim için.
-Ben ölsem de hatırlardım seni.
-Başka neden yok mu eline bu tabancayı almana sebep?
-Yine... Neyse, senin gibi gölgede yaşıyorum ben de. Nasıl beceriyorsun gölgede yaşamayı? Kimse fark etmiyor, ben konuşunca gölgeme loş bir ışık düşüyor ama bu sefer benden iki tane oluyor. Düşünsene benden iki tane. Korkuyorum, kimseye bulaştırmak istemiyorum kendimi ve gölgemden dışarı çıkmıyorum. Nasıl yaşamayı beceriyorsun gölgende?
-İki kere sorduğuna göre gerçekten merak ediyorsun.
-Ben beceremiyorum.
-Sen, sana sahip değilsin çünkü. Ama ben...
-Sırıtma şöyle. Sen niye benim kadar harika değilsin?
-...
-Niye güldün ki bu kadar?
-Harika mı? Beceriksizin tekiyim ben.
-Aksine beni hayatta tutmayı başaracak kadar beceriklisin.
-Sıkılmadın mı benden? Çok uzamadı mı bu sefer?
-Bu sefer son, ikimiz de yok olacağız çünkü bir şekilde.
-Hiç son olmadı, ama?
-Bu sefer farklı.
-Bu sefer beni vuracaksın değil mi?
-Sana ihtiyacım olmadığını söyledim.
-Yani beni vurmayacaksın?
-Hayır ben kimseyi vurmayacağım, çünkü silah benim elimde değil. Sen bana ihtiyaç duydun, ben sana değil. Hiç sen gelmedin, hep ben geldim. Bu sefer de diğerleri gibi, elinde silah olan sensin tıpkı elinde jileti tutanın sen olduğu gibi, boynuna ipi dolayanın sen olduğu gibi. Ama sen bu sefer başaracaksın. Bu sefer yok edeceksin dünyayı. Ben bir aynayım, bir aynaya bakıyor ve bir aynayla konuşuyorsun, aslında aynayla da değil kendinle konuşuyorsun. Kendini kurtarmaya çalışıyorsun. Ama bu sefer gerçekten beceriksizin teki olacaksın. Belki de ben beceremeyeceğim bu sefer.
-Ama ben iki türlü de...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)