6 Ekim 2013 Pazar

Uçurum Kenarı Dialogları 3

-Napıyorsun?
-Ödümü patlattın. Nereden çıktın sen?
-Ben hep buradaydım, sen sonradan geldin.
-Önce ben, sonra sen kavgası mı yapacağız? Söyle bakalım neden burada bekliyordun?
-Bana en fazla ihtiyaç duyduğun zamanlarda yanında olmuyor muyum?
-Evet, ama...
-"Sana ihtiyacım yok ki?"
-Evet, yok. Hem sen gerçek bile değilsin.
-Gerçek değil miyim? Beni görebiliyorsun, beni duyabiliyorsun, benimle konuşuyorsun ve bana gerçek olmadığımı söylüyorsun, öyle mi?
-Artık gerçekle yalanı karıştırıyorum. Ayırdımını yapamıyorum bu iki sahte şeyin.
-Çocukluğundan beri seninle değil miydim?
-Evet, o zamandan beri hep sana ihtiyaç duyduğum zamanlarda yanımda bittin, belirdin. Onun dışında hiç yanımda olmadın. Sadece sona yaklaştığımı hissettiğimde yanımda oldun.
-Özür dilerim, ama diğer türlü işe yaramazın tekiyim.
-Biliyorum, bu sefer de işe yaramayacaksın. İhtiyacım olmadığı halde geldin çünkü.
-Elindekine bakılırsa, sona yaklaştığını hissetmiyorsun artık, bunun son olduğunu düşünüyorsun.
-Birbirimizi anlayabilmemiz ne kadar güzel bir şey.
-Beni anladığını sanmıyorum.
-Elimdekini bırakmamı istiyorsun değil mi?
-Evet, elde duran tabancalardan nefret ederim, ne yapacakları belli olmuyor.
-Onları tutan ellerden nefret ederim diyemediğin için böyle afilli laflar ediyorsun, korkağın tekisin.
-Senin ellerinde bir tabanca varken nasıl "tabanca tutan ellerden nefret ederim." diyebilirim ki?
-Ben de ne zaman gelecek diyordum, şu romantik laflar.
-Hiçbir zaman hoşuna gitmemişti zaten.
-Beni değersiz hissettiriyor, benden güzel sözler söylemen.
-Elindeki tabancayı bırakacak mısın?
-Konuyu ne de güzel çevirdin. Ellerimden nefret ettiğini söylersen bırakacağım.
-Ellerinden...
-Evet?
-Ellerinden nefret ediyorum, onların tabanca tutmasına neden olan dünyadan nefret ediyorum.
-Ben de nefret ediyorum, bu yüzden tutuyor ellerim, bu yüzden parmağım sonu getirecek mermiyi ateşleyecek tetiğin üzerinde.
-Neden?
-Neden mi? Neden mi nefret ediyorum? Nelerden mi nefret ediyorum?
-Nelerden?
-Tek başıma olmaktan, yapayalnız yaşamaktan...
-Yalnız değilsin ki?
-Değil miyim? Şimdi buradasın diye havalara girme. Elime tabancayı almadan önce burada olmana rağmen sesini çıkartmayan sen mi yanımdasın? Bendeki sana gereksinim duyan parçayı yok etsem, sen de yok olurdun. Farkında değil miyim sanıyorsun? Üçüncü sonda fark ettim, ben olmasam sen olmayacaksın, sırf seni sevdiğim için ben var olmaya devam ettim, senin için. Sen yok olma diye, arada da olsa var ol diye. Bu yüzden katlandım bir çok şeye, tek başıma. Çok sıkıldığımda elime bir jilet alıyordum ve sen geliyordun, boynuma bir ip geçiriyordum sen geliyordun, yüksek bir binanın penceresini açıyordum ve sen geliyordun. Bugün farklı değil mi? Çünkü ben geldim. Elime tabancayı alıncaya kadar o sessiz köşende oturup seyredecektin yine beni. Eğer almasaydım sormayacaktın "napıyorsun?" diye, göstermeyecektin kendini, lanet olası gölgende saklanacaktın her zamanki gibi.
-...
-Ben elimdekini bırakıncaya kadar kaybolmayacaksın biliyorum. Şimdi susman bir şeyi değiştirmiyor yani, istediğin kadar susabilirsin, ama kaybolmayacaksın ben elimdekini bırakıncaya kadar. Gölgene saklanamayacaksın, bir kere gösterdin kendini.
-Kaç mermi koydun silahın içine?
-Bir tane, merak etme seni vurmayacağım. Yapamam zaten böyle bir şey. Gerçi kendimi vurduğumda sen de yok olacaksın ama ben görmeyeceğim. Emin olamayacağım düştüğüm o boşluğun içinde, gölgesinde saklanıyor mu hala; gölgesiyle birlikte yok oldu mu?
-Kendini vurduğunda dünyadaki herkes kaybolmayacak mı zaten?
-Bu nasıl bir hakaret?
-Ne?
-Çok kaba birisisin. Yalnız biri olduğumu biliyorum, yüzüme vurmana gerek yok. Ben öldüğümde herkes yok olacak. Belki cenazem bile olmayacak. Burada sinekler kurtlar saracak vücudumu kokuncaya kadar kimse fark etmeyecek. Kimse için değerim yok biliyorum, ben yok olunca kimse farkına bile varmayacak bu yüzden herkes kaybolacak.
-Elinde tabanca olunca çok alıngan oluyorsun. Ben sadece biri öldüğü zaman dünyadan silinmez, dünya ondan silinir demeye çalışmıştım.
-Buna mı inanıyorsun gerçekten? O zaman seni vurduğumda ben de silineceğim.
-Sadece benim için.
-Ben ölsem de hatırlardım seni.
-Başka neden yok mu eline bu tabancayı almana sebep?
-Yine... Neyse, senin gibi gölgede yaşıyorum ben de. Nasıl beceriyorsun gölgede yaşamayı? Kimse fark etmiyor, ben konuşunca gölgeme loş bir ışık düşüyor ama bu sefer benden iki tane oluyor. Düşünsene benden iki tane. Korkuyorum, kimseye bulaştırmak istemiyorum kendimi ve gölgemden dışarı çıkmıyorum. Nasıl yaşamayı beceriyorsun gölgende?
-İki kere sorduğuna göre gerçekten merak ediyorsun.
-Ben beceremiyorum.
-Sen, sana sahip değilsin çünkü. Ama ben...
-Sırıtma şöyle. Sen niye benim kadar harika değilsin?
-...
-Niye güldün ki bu kadar?
-Harika mı? Beceriksizin tekiyim ben.
-Aksine beni hayatta tutmayı başaracak kadar beceriklisin.
-Sıkılmadın mı benden? Çok uzamadı mı bu sefer?
-Bu sefer son, ikimiz de yok olacağız çünkü bir şekilde.
-Hiç son olmadı, ama?
-Bu sefer farklı.
-Bu sefer beni vuracaksın değil mi?
-Sana ihtiyacım olmadığını söyledim.
-Yani beni vurmayacaksın?
-Hayır ben kimseyi vurmayacağım, çünkü silah benim elimde değil. Sen bana ihtiyaç duydun, ben sana değil. Hiç sen gelmedin, hep ben geldim. Bu sefer de diğerleri gibi, elinde silah olan sensin tıpkı elinde jileti tutanın sen olduğu gibi, boynuna ipi dolayanın sen olduğu gibi. Ama sen bu sefer başaracaksın. Bu sefer yok edeceksin dünyayı. Ben bir aynayım, bir aynaya bakıyor ve bir aynayla konuşuyorsun, aslında aynayla da değil kendinle konuşuyorsun. Kendini kurtarmaya çalışıyorsun. Ama bu sefer gerçekten beceriksizin teki olacaksın. Belki de ben beceremeyeceğim bu sefer.
-Ama ben iki türlü de...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder