21 Ekim 2013 Pazartesi

Tohum ve Toprak

   Bir varmış, bir yokmuş, çok uzun zamanlar önce, herkesin bildiği, ama aslında bilinmeyen topraklara bir tohum düşmüş. Tek bir tohum. Ancak sığabilirmiş zaten o topraklara. Büyümek istemiş tohum, toprak da onu büyütmek istemiş. Tohumun büyümeye, toprağın tohuma ihtiyacı varmış.

   Bilinmeyen bu toprakların üzerinde esen hafif rüzgarlar, toprağın tohuma değmesini sağlamış. Toprak ilk defa bir şey hissediyormuş üzerinde. Çorak halinden sıkılan toprak heyecanlanmış, rüzgara seslenmiş: "Daha hızlı es, uyandır onu, fark etsin beni, arkadaş olalım, yoldaş olalım." Rüzgar dinlememiş toprağı, tohum sayesinde oraya gelen rüzgar toprağı kıskanmış. Ona aldırış etmeden esmeye tohumun tüm kıvrımlarında gezmeye devam etmiş. Ama her dokunuşunda toprak da dokunuyormuş tohuma. Bundan rahatsız olmaya başlayan rüzgar sertçe esmiş, toprağı dağıtıp, yok etmek istemiş. Ama sadece toprağı havalandırıyor, tohumun toprağın içine girmesini sağlıyormuş. Bunu fark ettiğinde artık çok geçmiş, geriye ne tohum kalmış ne de dokunmaya değer bir şey. Rüzgar çekip gitmiş, daha toprak ona teşekkür edemeden.

   Toprak çok mutluymuş halinden, tohuma daha fazla dokunabiliyor, onu sarıp sarmalıyor, onu koruyormuş üzerinde var olmayan kötülüklerden. Mutluluk içinde yaşamaya devam etmiş. Bir gün, neredeyse tohumun varlığını unutacağı bir gün bir şey hissetmiş derinlerde bir yerde. Bir şey hareket etmeye başlamış içinde, bir şeyin ona dokunduğunu hissetmiş. Çok korkmuş toprak ilk önce ama sonra onun tohum olduğunu hatırlamış. Mutluluktan ne yapacağını şaşırmış. Tohum içinde ilerledikçe ilerliyor, en derinlerine kadar iniyormuş. Toprağın "en sert kısmım burası, taş gibi" dediği yerleri kolayca delip, parçalayıp geçmiş. Toprak eskisi gibi değilmiş, değişmiş. Ne taş gibi yerler kalmış, ne içinde sakladığı gözyaşları. Hepsini bulmuş tohum bir bir. Bu durumu kabullenen toprak artık tohumun her hareketinde onu daha da sıkı sarıyormuş. "Kabuğunda değil artık, zarar görebilir" diye içinden geçiriyormuş her seferinde.

   Günlerden bir gün yağmur yağmaya başlamış. Toprağın ödü patlamış tohuma zarar gelecek diye. Suyu geçirmemeye çalıştıysa da becerememiş. Su arasından akmış gitmiş aşağı. Su neredeyse oraya hareket etmeye başlamış tohum. Suyun peşinden hiç ayrılmamış tohum. Toprak suyun peşinden gidiyor diye ağlarken fark edememiş tohumun daha da derinlere indiğini. Bir gün güneş çıkmış toprağın üzerinde. Toprak çok şaşırmış, ilk kez görüyormuş buraları aydınlık. Kendini kocaman sanan toprak ne kadar küçük olduğunu görmüş. Kendinden utanmış bu yüzden. Ama bir türlü anlam verememiş bu olanlara. "Rüzgar esmezdi, yağmur yağmazdı, güneş açmazdı burada, tek başıma yaşar giderdim buralarda. Ne üzerime basan vardı, ne de düşen. İçimdekileri kimse görmez, bilmezdi. Şimdi halime bak, her bir karışım biliniyor. Bir de ne kadar küçükmüş büyük gördüğüm dünya." diye üzülmüş. Ama bir yandan da seviniyormuş, tohuma sahip olduğu için.

   Tohum durmuş bir zaman sonra. Daha fazla ilerlememiş derinlere. Yukarı doğru yükselmeye başlamış. "Güneşe doğru gidiyor." diye düşünmüş toprak. İçinde yavaş yavaş ilerleyen tohumu fark edemediği için üzülmüş. Toprak yolunu kapatmaya çabalıyormuş tohumun ama nasıl taşları kırdıysa, kapanan yolları da açmış tohum. Toprağın tüm engellemelerine rağmen yüzeye ulaşmış ve en sonunda topraktan dışarı çıkmış tohum. Ama artık adı "fidan"mış.

   Fidanı görmek için herkes oradaymış. Toprağın, tohumun geldiğinden beri tanıdığı kim varsa oradaymış. Hatta tanımadıkları bile gelmiş. Rüzgar gelmiş, heyecanla esmiş, esmiş. Fidan ona rağmen dimdik durmuş. Yağmur şakır şakır yağmış. Fidanın ne boynu kırılmış, ne de ağlamış. Güneş öyle parlamış ki kimse gözlerini açamamış, ama fidan yoluna devam etmiş. Güneşle yağmurdan gökkuşağı olmuş. Rengarenk, güzel mi güzel. Ama toprak onun orada olduğunu sonradan fidandan öğrenmiş.

   Fidan büyümüş, toprak enginleşmiş. Fidan büyümüş, rüzgar daha fazla esmiş, güneş daha parlak doğmuş, yağmur daha şiddetli yağmış. Her şeye rağmen fidan ağaç olmuş, meyve vermiş.

   Ağaçtan 3 elma düşmüş. İkisi başka topraklarda tohum olmuş, biri toprakta kalmış içindeki kurdu kusmuş. Toprak sevinmiş tohumda olduğu gibi. Tepesine onu arşınlayacak biri daha geldi diye sevinmiş. Ama kurt hemen ağaca çıkmış. İlk bulduğu daldan kemirmeye başlamış. Ağacı kemirdikçe büyümüş, büyüdükçe daha fazla kemirmiş. Yapraklarını kaybeden ağacı görenler kurda saldırmış. Rüzgar öyle sert esmiş ki ağacın dallarından biri kırılmış, ama kurt ağaçta kendine açtığı bir oyuğa saklanmış. Rüzgar kurdu ağaçtan atmayı becerememiş. Yağmur öyle deli yağmış ki, sel seli götürmüş toprak neredeyse boğuluyormuş. Ama kurt ağacın en tepesinde bir dal yaprağının altında keyfini sürüyormuş. Güneş öyle yakıcı doğmuş ki toprak kurumuş, çatlamış, ağacın yaprakları solmuş. Ama kurt serin oyuğunda yaşamaya devam etmiş. Kurt kemirdikçe büyümüş, büyüdükçe ağaç çürümüş. En sonunda ağaçtan geriye eser kalmamış. Kurt aç kalınca çekip gitmiş; rüzgar, güneş, yağmur görecek bir ağaçları kalmayınca toprağı çorak bırakıp gitmiş. Toprak bir başına bir zamanlar efsanelere yakışır bir ağacın bulunduğu yerde bir başına kalmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder