Uçurumun kenarındaydı yine, öyle adlandırıyordu o burayı. Bir apartmanın yerden 27 kat yüksekteki penceresi... Uçurumun kenarına ilk gelişini hatırlamıştı yine, gerçek bir uçurumdu. Bundan 6 uçurum öncesiydi, dibi gözükmeyen, belki de olmayan, hiçbir sesin yükselmediği, karanlık bir yer. Atlamak için gelmesine rağmen o karanlık, sonsuzluk, yokluk atlamamasını haykırıyordu. Sanki oraya atlarsa hiç dibe ulaşamayacaktı, hep o karanlığın içinde düşecek, düşecek ve düşecekti. Oradaki sessizliğin içinde kaybolacak, dibe ulaşsa bile hiçbir ses çıkmayacaktı. Ölmekten değil de oraya atlamaktan korkmuştu. Ama şimdi dibinde bir sürü karıncanın dolaştığı, bir sürü minyatür arabanın gezindiği uçurum onu cesaretlendiriyordu.
27 Eylül 2013 Cuma
21 Eylül 2013 Cumartesi
Şato
Acaba bize neyi anlatmayı çalışıyor bu çalışma?
Çizer belki de hoş bir şato çizmek istedi. Tek başına, heybetli, ulaşılması zor bir şato...
Ama gerçekten öyle mi?
Bütün giriftliği ile ve ulaşılmaz haliyle gördüğümüz o şato biziz bence. Şatonun koridorları aklımız ve kalbimiz. Ve hepsi karma karışık. Ulaşılması zor. Belki doğru yolları kullanırsa bize ulaşılabilir ancak kaçı gerçekten merkeze ulaşabilir? Kaçı fethedebilir bu girift şatoyu acaba? Bir düşünün, kaç kişi çalabildi kalbinizi? Aklınızı? Aşktan falan bahsetmiyorum burada, bir düşünün hele... İki, üç? Gerçekten size dost olanlar gidebildi değil mi içeri? Gelmesinden sakınca duymadıklarınızı misafir ettiniz şatonuzun en güzel odalarında. İstemediklerinizi ise o ince köprülerden döktünüz aşağı.
İçimizde saklıyoruz bütün her şeyi. Yalnızca göstermek istediğimiz gösteriyor, tanınmak istediğimiz şeklimizle biliniyoruz. Ama gerçekte tek başımızayız en tepedeki kulede, paylaşamadığımız o çok değerli tahtımızda oturuyoruz. Tahtımızı savunmak için türlü yalanlar uyduruyor, türlü ifadeler takınıyoruz. Ve hatta en önemlisi yalnızlığı yüceltiyoruz. Kendimizi o yalnızlığa düğümlüyoruz sanki hiç çözülemeyecekmişçesine.
Çok mu karamsar oldu bir kareye bakıp da anlattıklarım. Bu yazıyı okuyup da çok kişi reddedecek bu dediklerimi. Deli saçması bulacaklar anlattıklarımı. Olsun. Çok da önemli değil. Bırakın o kralları kendi hallerine. Ne de olsa kendi başlarına gayet güzel idare ettiler şu ana kadar. Etmeye de devam edecekler değil mi?
Uçurum Kenarı Dialogları 1
-Uzun zaman oldu yazmayalı...
-Ne yazması manyak mısın? Sohbet ediyorduk en son, ne ara gittin kalem kağıt aldın eline?
-Yazmak için gerek var mı kaleme ya da kağıda?
-Kalemle kağıdın aşkından doğan çocuklardı bizim okuduklarımız. Sen onlar olmadan ne okutacaksın bize?
-Hiçbir şey
-Hiçbir şey mi?
-Evet, kimseye bir şey okutmak zorunda değilim. Kendim için yazıp, kendim için okuyacağım, bir başıma güleceğim, bir başıma ağlayacağım... İşte öyle bir yazı yazacağım.
-Sen sadece düşünmekten bahsediyorsun. Hayal kurmaktan, olmayan bir dünya oluşturmaktan...
-Okuduklarında öyle şeyler değil mi?
-Öyle ama eylem de var onlarda. Düşünüp, hayal kurduktan sonra yapılan bir eylem, "yazma" eylemi... Bu eylemi atarak nasıl yazabileceğini düşünebilirsin ki?
-Farklı bir şey deneyeceğim işte. Farklı olacak, hiç yapılmamış bir şey, ilk defa kalemsiz kağıtsız yazacağım.
-Bir saniye, bahsettiğin şeyi sadece sen yazacaksın, sadece sen okuyacaksın, sadece sen gülecek, onun tadına, zevkine sen varacaksın değil mi? İkinci bir kişi olmayacak?
-Evet, sadece ben.
-O zaman bu yaptığın şeyin farklı olduğunu, ilk olduğunu, hiç yapılmadığını nereden biliyorsun? Nasıl bilebilirsin? Eğer kimse bilmeyecekse, kimse dahil olmayacaksa bu eylemsizliğe, kimsenin haberi olmayacaksa daha önceden yapılmış olabilir bu. Kimse de fark etmemiştir, daha doğrusu kimse fark edememiştir. Bu yüzden sen de bilemezsin ilk olduğunu, farklı olduğunu.
-Okuyucu kitlem için ilk olacak ama.
-Okuyucu kitlen mi? Sadece sen okuyacaksın sanıyordum.
-...
-Ha, anladım, senin için ilk olacak?
-Evet.
-Söz uçar, yazı kalır.
-"Tekrar okumak isterse "okuyucu kitlen"" diyorsun, yani?
-Evet, öyle diyorum.
-Yazılmayan bir yazı için "okumak" pek doğru olmuyor galiba. O yüzden "tekrar okumak" yerine "hatırlamak" diyebiliriz. Bunu dersek senin soruna gerek bile kalmaz.
-...
-Hatta bazıları benim yaptığım bu eylemsizliğe "yaşam" diyor.
"İntiharı düşündüğü her zaman, "yazdığı" bu yazıyı "tekrar okuyordu". "Okuyucu kitlesinin" sadece kendisi olan bir kitabı daha bitirdiği için hissettiği mutluluk, intihar etmesine sebep olacak tüm o kötü düşüncelere ağır basıyor, onları silip süpürüyordu. Böylece yeni bir yazı "yazmak" üzere bu "eylemsizliğe" devam ediyordu."
-Ne yazması manyak mısın? Sohbet ediyorduk en son, ne ara gittin kalem kağıt aldın eline?
-Yazmak için gerek var mı kaleme ya da kağıda?
-Kalemle kağıdın aşkından doğan çocuklardı bizim okuduklarımız. Sen onlar olmadan ne okutacaksın bize?
-Hiçbir şey
-Hiçbir şey mi?
-Evet, kimseye bir şey okutmak zorunda değilim. Kendim için yazıp, kendim için okuyacağım, bir başıma güleceğim, bir başıma ağlayacağım... İşte öyle bir yazı yazacağım.
-Sen sadece düşünmekten bahsediyorsun. Hayal kurmaktan, olmayan bir dünya oluşturmaktan...
-Okuduklarında öyle şeyler değil mi?
-Öyle ama eylem de var onlarda. Düşünüp, hayal kurduktan sonra yapılan bir eylem, "yazma" eylemi... Bu eylemi atarak nasıl yazabileceğini düşünebilirsin ki?
-Farklı bir şey deneyeceğim işte. Farklı olacak, hiç yapılmamış bir şey, ilk defa kalemsiz kağıtsız yazacağım.
-Bir saniye, bahsettiğin şeyi sadece sen yazacaksın, sadece sen okuyacaksın, sadece sen gülecek, onun tadına, zevkine sen varacaksın değil mi? İkinci bir kişi olmayacak?
-Evet, sadece ben.
-O zaman bu yaptığın şeyin farklı olduğunu, ilk olduğunu, hiç yapılmadığını nereden biliyorsun? Nasıl bilebilirsin? Eğer kimse bilmeyecekse, kimse dahil olmayacaksa bu eylemsizliğe, kimsenin haberi olmayacaksa daha önceden yapılmış olabilir bu. Kimse de fark etmemiştir, daha doğrusu kimse fark edememiştir. Bu yüzden sen de bilemezsin ilk olduğunu, farklı olduğunu.
-Okuyucu kitlem için ilk olacak ama.
-Okuyucu kitlen mi? Sadece sen okuyacaksın sanıyordum.
-...
-Ha, anladım, senin için ilk olacak?
-Evet.
-Söz uçar, yazı kalır.
-"Tekrar okumak isterse "okuyucu kitlen"" diyorsun, yani?
-Evet, öyle diyorum.
-Yazılmayan bir yazı için "okumak" pek doğru olmuyor galiba. O yüzden "tekrar okumak" yerine "hatırlamak" diyebiliriz. Bunu dersek senin soruna gerek bile kalmaz.
-...
-Hatta bazıları benim yaptığım bu eylemsizliğe "yaşam" diyor.
"İntiharı düşündüğü her zaman, "yazdığı" bu yazıyı "tekrar okuyordu". "Okuyucu kitlesinin" sadece kendisi olan bir kitabı daha bitirdiği için hissettiği mutluluk, intihar etmesine sebep olacak tüm o kötü düşüncelere ağır basıyor, onları silip süpürüyordu. Böylece yeni bir yazı "yazmak" üzere bu "eylemsizliğe" devam ediyordu."
7 Eylül 2013 Cumartesi
Sen 11-12
Sen hayatından vazgeçmişken beni bulabilmek, benimle karşılaşabilmek için, ben acımla birlikte yaşadım. Yaşamak zorundaydım. Kızma bana ne olur? Sınav tarihi yaklaştığı için hastaneye yakın oturan bir arkadaşımın evinde kaldım ve ders çalıştık beraber. Bu yüzden günlerce seni beni aramaya mahkum ettim, bu saçma neden yüzünden yokluğumla her gün acı çektirdim sana. Ben galiba senin yaptığını yapamayacak korkaktım. Sen bir damla suyu seçmiştin çay kaşığında duran, ben ise yaşamayı. İkimiz de ikisini birden yürütemedik. Şimdi sınava girmek üzereler, sınava girmezsem benim ders çalışmalarım, hani senin buraya gelmene neden olan ders çalışmalarım boşa gitmiş olacak. Buna inanıyorum ki sen de izin vermezdin, izin de vermedin. Sana söylerken yazıyorum bunları, belki duyarsın diye, duymazsan diye de yazıyorum. Sınavım olduğunu söylediğimde elin yukarı-ileri doğru bir hareket yaptı, git der gibiydin. Belki refleksti bu. Ama beni duyduğuna, beni hissettiğine eminim. Göğsüne kafamı dayadığımda uyuyup kalmışım. Rüyamda göğüs kafesimin içinde bir alev topu duruyordu. Kocaman, benim olamayacak kadar kocaman. Mavi bir alev. Sen de vardın ve sen de maviydin. Gözlerini açtığında yanında olmak, elini tutar vaziyette seni aşık olduğun gülümsemeyle karşılamak isterdim. Ama sınav başlamak üzere, ben dönesiye kadar bir yere kaybolma. Kaç gün oldu ismimi söylemeyi unuttum. Terbiyesiz bir insanım bu konuda, insanlarla rahatça konuşabiliyorum ama adımı söylemeye gerek duymuyorum, karşımdaki sormadığı sürece. Sen ne düşündün bilmiyorum ama... Belki şimdi saçmalıklar yüzünden mi bulamadım seni diyorsundur. Bak yine aynı şeyi yapıyorum. Kaptırdım mı... Tekrar unutmadan: Ben İlmira.
1 Eylül 2013 Pazar
Şikayetler..
Çay demledim kendime. Güzel de olmuş hem. Balkondaki köşeme kurulup kulaklıklarımı taktım sakin bir şeyler dinleyeyim diye her zaman yaptığım gibi. Ancak bir sorunum var. Yıldızlar eksik gökyüzünde. Hem de hiç. Simsiyah ve bomboş gökyüzü... Gerçi bir milyondan biraz daha fazlası yaşıyor bu şehirde. Çevreyi mahvettiğimiz gibi, kendimizi geceleri aydınlatalım diye gökyüzünü bile kirletiyoruz kendimi ışığımızla.
Halbuki temmuz başında gittiğim tatil beldesinde gökyüzü şuna benziyordu.
Güzel değil mi?
Bence tek kelimeyle muhteşem.
Ancak yalnızca bir gece yakalayabilmiş olmam üzüyor beni. Kim bilir bir daha ne zaman giderim öyle bir yere ve yakalarım böyle bir anı tekrardan?
Şehirde yaşamak istemiyorum sırf bu yüzden. Geceleri hiç zevk vermiyor insana.
Ben de oturdum bilgisayarın başına, gece fotoğraflarına bakıyorum ama yok, olmuyor.
O geceyi tekrar yaşayabilmek için tekrar gitmek lazım oralara.
Neyse ki hava esmeye başladı şimdi. Gündüz vakti su gibi olmuştum terden. Klima yok mu olm sizin evde dersen, klimanın verdiği serinlik hissini sevmiyorum derim. Sevmediğimden tere katlanıyorum işte. Mesela yayladaki yaz geceleri böyle değil. Daha bir güzel oluyor. Hafif bir üşüme hissi, sıcak sıcak gelen çay, kahve vs.
O zaman dinleniyorsun işte. Hem bedenen hem de zihnen. Bedenen dinlenmiş olsam da zihnen daha dinlenemediğimden okullar tatile gireri beri, o dinginliği arar oldum deli gibi.
Neyse ki bu yaz şikayet etmemeyi öğrendim. (En sonunda!) O yüzden susuyorum şimdilik. Bugün günlerden pazar, 3 günlük tatilin son günü. Ondan sonra son bir haftam daha var çalışmam gereken. Ondan sonra iki haftalığına özgürüm. Sonrasındaysa devam zorunluluğu olan bir okul var.
Susacaktım yine uzadı son paragrafla. Neyse efenim, uzunca bir süredir yoktum buralarda, bir şeyler yazayım dedim, her şeyi havada bırakıp kaçıyorum yine. Size iyi geceler.
Gitmeden önce size hediyem olsun bu da...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)