7 Eylül 2013 Cumartesi

Sen 11-12

Sen hayatından vazgeçmişken beni bulabilmek, benimle karşılaşabilmek için, ben acımla birlikte yaşadım. Yaşamak zorundaydım. Kızma bana ne olur? Sınav tarihi yaklaştığı için hastaneye yakın oturan bir arkadaşımın evinde kaldım ve ders çalıştık beraber. Bu yüzden günlerce seni beni aramaya mahkum ettim, bu saçma neden yüzünden yokluğumla her gün acı çektirdim sana. Ben galiba senin yaptığını yapamayacak korkaktım. Sen bir damla suyu seçmiştin çay kaşığında duran, ben ise yaşamayı. İkimiz de ikisini birden yürütemedik. Şimdi sınava girmek üzereler, sınava girmezsem benim ders çalışmalarım, hani senin buraya gelmene neden olan ders çalışmalarım boşa gitmiş olacak. Buna inanıyorum ki sen de izin vermezdin, izin de vermedin.  Sana söylerken yazıyorum bunları, belki duyarsın diye, duymazsan diye de yazıyorum. Sınavım olduğunu söylediğimde elin yukarı-ileri doğru bir hareket yaptı, git der gibiydin. Belki refleksti bu. Ama beni duyduğuna, beni hissettiğine eminim. Göğsüne kafamı dayadığımda uyuyup kalmışım. Rüyamda göğüs kafesimin içinde bir alev topu duruyordu. Kocaman, benim olamayacak kadar kocaman. Mavi bir alev. Sen de vardın ve sen de maviydin. Gözlerini açtığında yanında olmak, elini tutar vaziyette seni aşık olduğun gülümsemeyle karşılamak isterdim. Ama sınav başlamak üzere, ben dönesiye kadar bir yere kaybolma. Kaç gün oldu ismimi söylemeyi unuttum. Terbiyesiz bir insanım bu konuda, insanlarla rahatça konuşabiliyorum ama adımı söylemeye gerek duymuyorum, karşımdaki sormadığı sürece. Sen ne düşündün bilmiyorum ama... Belki şimdi saçmalıklar yüzünden mi bulamadım seni diyorsundur. Bak yine aynı şeyi yapıyorum. Kaptırdım mı... Tekrar unutmadan: Ben İlmira.
Karşımda bir başkası duruyordu emindim bundan. Çünkü senin sesin gelmesine rağmen ondan çıkmıyordu ses, dudakları oynamıyordu. Görüntüsü belki belleğimde oluşturduğum sendin. Ama ismini söyledi. "Ben İlmira" Kocaman bir kapının açılmasını sağlayan gizli bir kelimeydi sanki. "Açıl susam, açıl..." gibi. Beyazlar içindeki karşımda duran ve beni bu kapının açılmasıyla daha fazla beyazlık sardı. O kadar beyazdı ki gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Gözlerim kapalıyken bile yakıyordu gözlerimi, o kadar parlaktı ki rengi. Sonra yanağımda bir sıcaklık hissettim. Atan kalbimi tekrar duydum. Işık duruyordu hala ama hissediyordum artık. Kapının açılmasından önce hiçbir şey hissetmezken adın oldu beni geri çağıran. Ölmek üzere olanı değil ölüyü diriltmişti sende atan kalbim. Kendimle gurur duydum, İkimiz için de çalışıyordu ve beni senin yanına getirmişti. Gözlerimi kapatmadan önce gördüğüm gibi gözlerimi açarken de gördüm seni. Beyazlar içindeydin yine. Ama ilk gördüğümde bana bakıyordun, şimdi ise arkan dönüktü. Benden uzaklaşıyordun. "İlmira" diye bağırdım. Duydun mu bilmiyorum, ama ayak seslerini işitemediğime göre, kalbimin attığını hissetmediğime, uzun zamandır sıcacık hissetmişken yine buz tuttuğuma göre çoktan gitmiştin. Adını öğrenmiştim. Mutlu olmam gerekiyordu. Gerekiyordu ama tıpkı karşılaşmamız gerektiği gibi. Adını öğrenmem sayesinde tüm varlığın tekrar gözlerimde canlandı. Gülüşünün bir Güneş gibi parladığı, gözlerinin Güneşten daha sıcak baktığı, teninin Güneşten beter yaktığı, Güneş'im oluşun, sensizliğin Güneş'ten daha fazla kuruttuğunu, aşkımızın Güneşten büyük oluşu... Her şeyi bir bir hatırladım. Ama gidiyordun işte, ben seni hatırladığım için mutlu olmam gerekirken -yine mi bu kelime?- aynı acıyı tekrar yaşayacağım ya da yaşayamayacağım yine.
Kolunu morartan biri, onu bir öpücük ile iyileştiren biri hiç olmamış gibi kalkıp gitmiştin. Arkandan baka kalmıştım. Bir insanın, neden bir başkasının sırtını hatırlaması gerekir ki? Ona yetişemediği için mi, kendisini terk edip gittiği için mi, yoksa hiçbir zaman yanında olamayacağı için mi? Bir insanla konuştuktan sonra arkasını dönüp gitmesi, bana; dağınık durmasın diye saçına taktığın koyu lacivert tokayı, sutyen kopçasının belirgin bir şekilde durduğu o sırtı, mavi, kareli gömleğin arka kısmını, arka cebinde duran cep telefonunun oluşturduğu kabarıklığı,  doktor önlüğünün arkasının bir süper kahramanın pelerini gibi dalgalanmasını, ayaklarınla çıkarttığın için ayakkabının arkasında oluşan o izi hatırlatacak artık. Ben bundan korkuyorum. Her gidişte seni hatırlamaktan, daha doğrusu senin gidişini, hiç gelmeyişini hatırlatacak diye çok korkuyorum. Oysa ben, senin sevdiğim tarafını; gördüğüm anda aşık olduğum o gülüşü, resmen ışık saçan o gözlerini, kıpkırmızı, dilinle nemlendirdiğin o dudaklarını hatırlamak istiyorum. Güneşin batışını değil, doğuşunu görmek istiyorum ben. Ama nafile. Galiba bizimkisi iki küçük rolle başlayan kısa bir hikayeydi. 
Yatakta biraz doğrulunca odanın dışında, camın karşısında uyuyakalmış annemi gördüm. Ah anneciğim... Gözlerimi kapattım, ölmek üzereyken ya da her neredeysem, işte orada ben sahte de olsa seninleydim. Benim tek isteğim var, seninle olmak. Yer, zaman fark etmezdi benim için. O yere gitmem gerek o yüzden. Görüşmek üzere diyeceğim ama bir daha görüşemeyeceğiz. Kesin olacak bu sefer, kimse bir diğerini aramayacak, ikimiz de bileceğiz bir daha görüşemeyeceğimizi. Ben öleceğim, sen yaşayacaksın. Ben buradan dışarı çıksam da yaşayamam çünkü. Güneş olmadan kim yaşayabilir ki? Seruma baktım bitmek üzereydi, akış hızını ayarlayan kısmı iyice gevşettim, bir an önce boşalmalıydı, bir delik delmeli ve oradan var gücümle üflemeliydim. Bir hava kabarcığı monitörün attığını iddia ettiği kalbime gidecek ve onu durduracaktı. Seni hatırladığımda güler yüzünü görmek istiyorum ben, arkadan görünümünü değil. Seni güzel hatırlamak istiyordum. Benimle konuştuğun, benimle güldüğün benim elimi tuttuğun zamanları hatırlamak istiyordum. Ama eğer buradan çıkarsam seni böyle hatırlamayacaktım. Beni bırakan, aramayan, arayışıma cevap vermeyen biri olarak hatırlayacaktım ve ben bunu istemiyordum. Zamanı gelmişti. Camın diğer tarafında duran anneme son bir kez baktım. Sana da bakmak isterdim, seni de son bir kez görmek isterdim. Kapı kapalı olduğu için ses çıkartsam da annemin uyanmayacaktı. Annemin üstünde duran duvar saati ise onikiye geliyordu, koridorda bu yüzden kimsenin olmayacağını tahmin ettim. Beni durduracak kimse yoktu. Bir ucu serumda diğer ucu kolumda olan hortumu çektim. Serumun asılı durduğu metal şey yere devrildi. Muazzam bir ses çıkarttı. Gözlerimi kapatmadan önce duyduğum sese benziyordu. Serumu yakalamıştım ki kapı açıldı. Seni güzel hatırlama, bundan sonra seninle birlikte olma planım suya düşmüştü. Ama kapıyı açan, hiç görmek istemediğim biriydi. Hele o şekilde seni görmek yerine gidişini hatırlayarak yaşamaya razı olurdum. Sen ağlıyordun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder