28 Temmuz 2013 Pazar

Sen 4

Gözler her şeyi anlatır. Tramvayın gidişini hatırlıyordum, senin gidişini de. Oysa gözlerinin bana anlatmak istediklerini görmeyi yeğlerdim. O akşam üzeri tramvayda şahit olmuştum bir miktarına, ama iyi dinleyememiştim onları. Gülümsemen ile birlikte parlayan, gözlerimi kamaştıran iki güneşti onlar. Ve dikkatimi dağıtmıştı o iki güneşten çıkan parlak ışık. Umarım hatırladığım kadar güzel bakıyorlardır, hatırladığım kadar parlak... Benimkiler senden sonra hiç bakamadı sana baktıkları gibi. İlk kez o gün eve döndüğümde, aynada görmüştüm öyle bakabildiklerini, aşkla. İlk kez o gün hissetmiştim yalnızlığımı köklerine kadar. Bir şeyi kaybetmiştim sanki. İşte o zaman anladım ki, bana yalnızlığımı hissettiren, eksikliğimin farkına varmamı sağlayan, aynaya bile bakarken aşkla bakmamı sağlayan o iki güneşi kesinlikle bir daha, hatta bir çok kere daha görmeliydim. Onların sahiplerini, seni bulmalıydım.
Eve geldiğimi anahtarı deliğe sokmaya çalışırken fark ettim. Oraya nasıl geldiğimi hiç mi hiç hatırlamıyordum. Yol boyunca seni düşünmüş olmalıyım. O tramvaya niye bindiğimi bile hatırlamıyordum. Eve gelmek için olamazdı, ters tarafta kalıyordu. Ters yöne gitmişse eve nasıl gelmiştim? Anahtarı  kafamdaki sensiz soruları umursamadan çevirdim, evimdeydim. İçi boş evimde... Tramvayda sen varken daha bir evim gibiydi, daha ev gibiydi. Kapıyı kapatıp içeri girmiştim, ama bir şey eksikti. Anahtarlığa baktım anahtarı asmadığımı fark ettim, kapıyı tekrar açıp anahtarı aldım. Anahtarlığa asmak yerine cebime koydum. Yarın çıkarken orada unutabilirdim. Bu dalgınlıkla mümkündü bu. Pantolonumu giymeyi unutmazsam anahtarı da unutmamış olurdum. Bunu düşününce çıkarmamayı düşündüm. Mutfağa girdim, çaydanlığın altına su koydum, kupalarımdan birini mermer tezgahın üzerine koydum. Baharatlıkta duran çay poşetlerinden bir tane aldım, bardağın içine koydum. Aklımdayken bir kaşık şeker attım. Bir kaç damla limon sıktım, mermer tezgahın üzerine sıçradı sıkarken. İz bırakmasın diye kadınlar için mucizevi denilebilecek sarı bezle sildim. Lavaboya girdim, elimi yüzümü yıkadım. Yüzüme su çarptıktan sonra aynaya baktığımda gördüm onları, "bunu nasıl yaparsın?" diye soran iki çift gözü. Seni unutmuştum. Alev saçan iki göz... Yarın bulabilecek miydim seni tramvayda? Umutsuz iki göz... Tramvay ve sen... Aşkla bakan iki göz... Gözlerimi hiç böyle görmemiştim, böyle bakabildiklerini bilmiyordum. Görmüş müydün sen böyle baktıklarını? İlk gördüğümde sevdim aşkla bakan gözlerimi, hep böyle bakmalarını arzuladım. Bu arzuyla beraber içimde bir bomba patlamış gibi bir boşluk açıldı. Sadece içimde de değildi... Evin dört duvarını da yıkmışlar gibi büyümüştü, eskiden küçük gelen, ayağımı kolumu bir şeylere çarptığım ev. Bu zamana kadar fark etmemiştim evin bu kadar sessiz olduğunu. Nefes alıp verişimi, kalp atışımı duyabiliyordum. Gidere akan su yankılanıyordu çamaşır makinesi koymak için bile küçük olan banyoda. Banyodan çıktığımda en azından kaynayan susun sesini duymuyorum diye sevinmiştim. O kadar da büyük olmadığına seviniyordum ki mutfağa girdiğimde aptallığıma üzülür buldum kendimi. Ocağı yakmamıştım, çaydanlık öyle boş boş bana bakıyordu. Çay içmekten vazgeçtim bu aptallığımın karşısında. Bu kadar ümitsiz bir şekilde yok olmaya başlamıştım. "Bir an önce onu bulmalıyım, bulacağıma söz verdim." dedim kendime. Yatağa kendimi attığımda seni nasıl bulacağımı planlarken buldum. Tüm gece plan yaptım, bir tek amacım vardı seni bulmak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder