25 Mayıs 2013 Cumartesi
Kumdan Kaleler
Sahil kenarında uyandım yine. Solumda yine aynı sahili dövüp duran deniz... Sağımda sonunu göremediğim ufka hatta daha da ötesine sere serpe uzanmış kumsal... Ayaklarımın altında onları yakması gereken sıcak kumlar... Tepemde benimle birlikte ucu bucağı kaplamış kumu kavurup duran güneş... Karşımda her seferinde aynı kız çocuğu... Elinde mavi kovası, küreği kumdan kale yapıyor her zamanki gibi. Her uyanışımda olduğu gibi...
Kısacık saçlarıyla dünya tatlısı bir kız çocuğu, kumsalda birazdan yıkılacak kumdan kalesini bitirmeye çalışıyor. Beni fark etmiyor her defasında olduğu gibi. Yanına oturuyorum bu sefer, beni fark etsin diye karşısına oturup durduğum o kızın. Yine görmüyor beni, yine hatırlamıyor beni ya da her zamanki gibi görmezden geliyor. Sürekli bunu yapmasından nefret etsem de yanındayım yine. Gideceğim başka yer yok, uyanabileceğim bir başka dünya, en azından bir seçim şansım yok. Bir tek o ve kalesi var.
Bir çocuk yaklaşıyor, çıplak ayaklarını kavrulmuş kumlardan hızla çekiyor, tekrar basıyor ve tekrar çekiyor. Ayaklarını bazen nasıl kaldıracağını unutuyor ve koşuşu garip bir şekle bürünüyor. Sessizce gülümsüyorum, ne kız görüyor ne de yaklaşan çocuk. İkisi için de yokum. Çocuk, kalenin tam üzerine doğru koşuyor, ya onu görmeden koşuyor ya da asıl isteği onun üzerine basmak, onu yıkmak. Kızıyorum ve hatırlıyorum; her gelişimde yıkılan kale, ağlayan kız ve hızla, hiçbir şey olmamış gibi oradan garip koşuşuyla uzaklaşan çocuk... Bitiş hep aynı, senaryo hep aynı; kalesini bitirmek üzere olan kız, güneşin altında ısınmış kumlarda garip şekilde koşan çocuk, yıkılan kale, akan gözyaşları, umarsızca uzaklaşma... Her gelişimde aynı şey oluyor ve ben durdurmuyorum. Bu yüzden kızıyorum kendime. Bir de; kızın yerine koyduğumda kendimi geçmişte benim yıkılan kalelerim geliyor aklıma ve daha fazla kızıyorum.
Ayağa kalkıyorum yavaşça, pantolonumun arkasına yapışan kumları elimle silkiyorum, paçalarımı düzeltiyorum. Hareketlerim yavaş, sanki çocuk birazdan kaleyi yok etmeyecekmiş gibi. Kızın arkasından çocuğun yolu üstüne dikiliyorum, kaleyi umursamadığı gibi beni de umursamıyor, hızını kesmeden yaklaşmaya devam ediyor. Aramızda 2 metre kala yüzüne dikkat ediyorum; gözlerim fal taşı gibi açılıyor, şok oluyorum, koşan çocuk benim, benim küçüklüğüm, 5-6 yaşlarındaki halim. Umursamadan koşan ve bu yüzden kaleyi yıkacak olan benim. Bu affallamamdan yararlanıp yanımdan sıyrılıp geçiyor, kalenin en tepesine bir adım atıyor, kale yıkılıyor ve koşmasına devam ediyor.
Ayaklarım bırakıyor kendini kızın ağlayan sesini duyunca. Arkamı dönüp kim olduğuna bakmamak için en güçlü düşmanlardan biriyle; merakımla savaşıyorum. Kaybediyorum... Arkamı yavaşça dönerken "SAKIN!" diye bağırdı kız, "Sakın... Sakın dönme arkanı, kalemin içini görmeni istemiyorum, içinde ne olduğunu bilmeni istemiyorum..." Onun beni görmediği gibi, ben de onu dinlemiyor ve arkamı dönüp kumlara bakıyorum, kumlar içinde yatan kendime bakıyorum. Kızıyorum çocuğa, ben olan çocuğa. İçinde olduğum kaleyi yıkmış diyorum ve duruyorum. Hayır, içinde değilim kalenin, onun attığı adım burada, kale 30 santim kadardı ama ben... Ben kalenin dışındayım.
Kıza bakıyorum, gözlerimden yaşlar akıyor farkında olmadan. Kıza bakıyorum, yok olmak üzereymiş gibi hissediyorum. Ama asıl yok olanın ne olduğunu biliyorum; onu her gördüğümde, ona "seni seviyorum" diyordum ve yok olanın bu olduğunu biliyorum. Seni seviyorum'un bir daha çıkmayacağını biliyorum. Sevgimin yok olduğunu biliyorum...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder