Her buluşmamızda fotoğraf çekinirdim seninle. Çünkü biliyordum; yok olacağını, biteceğini ve seni deliler gibi özleyeceğimi. Özlemin adının sen olacağını biliyordum. Ama bu kadar yakın olacağını hiç tahmin etmemiştim... İnsanların üzerine çöken ölüm gibi; bir adım sonra olduğunu görememiştim, bu kadar yakın olacağını hiç düşünmemiştim.
Sana olan özlemimi, adı sen olan özlemi, seni unutmanın yollarını aramak istedim. Bir yanım isyan ediyordu; "Unutmak istemiyorum ben" diye, diğer yanım ise; "Yeter artık, yeter, yok artık o, geri gelmeyecek." diyordu. İsyan eden yanım sol tarafımdı büyük ihtimal. Canım acıyor, her gece yastığa kafamı koyduğumda ellerim istemsiz bir şekilde yastığımı kavrıyor, göğsüme bastırıyor, sımsıkı sarıyordu. Burnumu çeke çeke ağlıyor, yastığı her gece bu şekilde yıkıyordum. Her gece yastığıma sarıldığımda; bana sarıldığında kokunu içime çekişimi hatırlıyor ve burun çekmelerim başlıyordu. Ağlamaktan yorgun düşmeden uyumak istiyordum artık.
"Özlediğin adamı düşün şimdi." Gözlerimi kapattım, gözlerimin önünde belirdi karanlığın çökmesiyle birlikte. Sanki oradan hiç gitmemiş gibi... Sağ tarafım konuşmaya devam ediyordu, çektiği acılardan kurtulmak istiyordu: "İlk görüşte aşka inandığın, o karşılaşmayı hatırla. Yanından geçip giderken, arkasından nasıl da bakakalmıştın? Arkasını dönsün istiyordun, gözlerinizin bir anlık buluşması yetmemişti sana ve tekrar görmek istiyordun o gözleri. Ama yine bölünmüştün; -şimdi olduğu gibi- arkasını dönüp de seni gördüğünde ve gözleriniz birbirine kenetlendiğinde ne yapacağını bilmediğin için dönmesini istemiyordun. Ben kaybetmiştim değil mi? Arkasını dönmüş, sana bakmıştı. Senin de kendisine baktığını görünce şaşırmış, garip bir şekilde selam vermişti. Tüm duyguları aynı anda yaşıyordu sanki değil mi? Karnını tutarak gülmüş, ne yapman gerektiğini düşünmeden davranmaya başlamıştın. Kaybettiğim en büyük savaş..."
"İlk buluşmanızda giydiği kazağı hatırla, nasıl koktuğunu, sımsıcak gülüşünü... Her göz göze gelişinizde kalbinin nasıl hızla çarptığını, sesi duyulmasın diye üzerine ellerinle bastırdığını... Seni evine bırakırken sımsıkı sarılmıştın, hiç bırakmak istemiyordun onu, ciğerlerinde hapsediyordun; göğsüne dayalı burnundan aldığın her nefesi. 27 Mayıs 2011... Evet, o tarih... Hatırlıyorsun, anlayabiliyorum; yanakların yine kızardı o gün ve her dudağın ve gamzenin arasına kondurduğu öpücükte olduğu gibi. Bu sefer göz yaşı da var. Bir anda gelen o öpücük feleğini şaşırtmıştı sana, ayakların bırakmıştı yere basmayı, uçuyorlardı."
"Rüyalarındaki adamın kollarının arasında rüyalara dalmıştın. Kıbrıs'a gittiğiniz sıradaydı değil mi? Her şeyin mükemmel olduğunu düşündüğün adam döndükten bir süre sonra yoktu artık. Onun nasıl koktuğunu, ellerinin ne kadar sıcak olduğunu, neler giydiğini, neleri sevdiğini, nelerden nefret ettiğini, her şeyin onunla mükemmel olduğuna inandığın o adamın HER ŞEYİNİ öğrendin. Kolları arasında uyudun, onu öptün, her öptüğünde kıpkırmızı kesildin, feleğini şaştın. Peki, nerede şimdi bu adam?"
Gözlerim şişmişti, yastığım yine ıslaktı. Gözlerimden düşmeyi becerememiş bir kaç damla yaşı yastığımla sildim, boğazımı temizleyip konuşmaya başladım: "Beni dinle, bu kadar güzel anıyı, tüm yaşanmışlıkları hatırlattıktan sonra onun nerede olduğunu sorgulayacağımı mı sanıyorsun? Ben onu seviyordum, onun kokusunu, gözlerini kaçırarak bana bakışını, ürkekçe dudağımın yanına kondurduğu öpücüğü, onun hakkında öğrendiğim HER ŞEYİ seviyordum. Nerede olduğunu sorgulayarak mı onu unutacağım? Sana nerede olduğunu söyleyeyim; tüm savaşları kaybettiğin ezeli rakibinin olduğu yerde, sol tarafımda, kalbimde. Benim kaderim doğduğumda belliydi; Özlem..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder