19 Haziran 2013 Çarşamba

Ufak Bir Taş

   "Baba? Neden çağırdın beni buraya?" Cevap yoktu. Elindeki kutuyu elime verdi, iki avucunu birleştirip bana uzattı. İstediği gibi kutudakileri boşalttım avucuna. Mercimek ile nohut arasında değişen büyüklüklerde taşlar dökülüverdi avucuna. Bir sağ cebini doldurdu onlarla, bir sol cebini, ama yine de bir avuç kadar kalmıştı  elinde. Aklıma ilkokuldaki matematik soruları geldi: "Ahmet şu kadar taşı sol cebine, bu kadar taşı sağ cebine koydu, elinde ne kadar taş kaldı?"
 
Camı gösterdi, boşta kalan eliyle. Avucundaki taşlara baktı ardından, bir tane taş alıp neredeyse hiç kullanmadığı sol eliyle atmaya başladı taşları. Ağır çekimde atıyordu sanki, göstere göstere, yavaş yavaş. Gülümsedim istemsizce. Bu yaşına gelmiş adam, düğün arefemizde ne yapmaya çağırmıştı beni? Konuşmuyordu da. Sabırla izlemeye başladım, göstermeli anlatımıyla  bana verdiği hayat derslerinden biridir yine düşünerek. Avucundaki taşlar bitmeye başlamıştı ki hiç duraksamadan sağ cebine attı elini. Bir avuç daha taş çıkarttı. Yere baktım, babamın amacı camı kırmaksa büyük bir taşla bu hemencecik kırılabilirdi. Gözüme camı rahatlıkla kıracak bir taş ilişti. Yanına gidip onu almaya yeltenmiştim ki arkasını dönüp bana o bakışı attı. Kızdığında gördüğüm, sabırsızlığıma kızdığında gördüğüm o bakış... Geri yerime döndüm.

   Üçüncü avuç taşta, taşların cama vuruşu binlerce sineğin binlerce ampule ardı ardına çarpışı gibi gelmeye başlamıştı. Ampulü kıramayacak güçte sinekler onu kırıp içindeki ışığa ulaşmak istiyordu. Ama nafileydi bu çabaları, o vuruşlar camı kırmaya yetmiyordu. 

   Sol cepteki taşlar da bitmek üzereydi ki beş dakikadır alıştığım o sinek vuruşunun çıkarttığı sesten farklı bir ses çıktı. Çıtırdadı cam ve babam durdu. Kenara çekildi ve bana baktı. Durduğu yeri gösterdi; sandalyeye buyur eden garson misali. Bir adımda gösterdiği yere geçtim. Ne yapacağımı bilmeden beklerken, boynundan hiç çıkartmadığı kolyesini çıkarttı. Ucunda bu taşlar gibi küçük bir taş olan kolyesini... Zincirden taşı çıkarttı ve avucuma koydu. "Bu taş benim annenle ayrılmamızın sebebi." İlk defa duyuyordum, ilk defa annemle neden ayrıldıklarını söylüyordu ve bu küçücük taş için miydi? Saçmalık. Babam gibi aklı başında, olgun, makul birinden böyle ufacık bir taş için annemden ayrılacağı kimin aklına gelirdi. Hissettiğim kızgınlık ve şaşkınlıkla; "Annemin kafasına mı attın bunu?" dedim. Demez olaydım, yine o bakış


   "At taşı cama, sert atmana gerek yok, ufak bir dokunuş artık onun kırılmasına yeter de artar." dedi. Dediği gibi hafifçe attım taşı. Birisine çarpsa fark etmez ama cam tuzla buz oldu. Şangırtı sesleri ile yere döküldü cam kırıkları. Gülümsedi. "Kalp de bu cam gibidir, camdan. Sen sürekli taş atarsan, onu kırmayan taşlar bile olsa gördüğün gibi bir gün ufacık bir dokunuş onu tuzla buz eder, kırar, döker, saçar. Annen ile ayrılmadan önce gelmiştik buraya, daha doğrusu boşanma belgelerini imzalamadan önce, o getirmişti beni buraya. Bu taşların hepsi onun attığı taşlardı, son attığın taş ise o zaman benim attığım son taş, bardağı taşıran son damlaydı. Annenle işte bu taş yüzünden ayrıldık. Kalbine attığım taşlar çatlatmıştı, son taş ise kırmıştı onu. Ufak şeylerin kalpleri kırmasına imkan verecek taşlar atma." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder