Sen 5
Hayatımda ilk defa yaşıyormuş gibi hissetmiştim kendimi. Canlı gibi, mutlu olan insanlar gibi... İlk defa başaracakmış gibi, eline yüzüne bulaştırmayacak, berbat etmeyecekmiş gibi hissettim. Sen de öyle hissetmiş miydin? Sen de heyecanlanmış mıydın? "Ya karşılaşırsak?" diye geçirmiş miydin aklından. Hiç soramadığım ve cevabını hiç öğrenemediğim sorular... Benim düşünmeden geçirdiğim tek bir saniye yoktu. Tramvayda geçen yaklaşık bir ömrü -saati- tüm gece hatırlayışımı, tekrar edip duruşumu unutamıyorum. Unutmak istemiyordum aşık olduğum her bir ayrıntıyı. Ama başarabilmiş miydim bunu? O gece cevap hayırdı.
Planı düşünmeyi, başlar başlamaz bıraktım. Aynada gördüğüm, kendimden utanmama neden olan gözlerim geldi aklıma. Seni düşünmeyi hiç bırakmamalıydım. Bir kez görmüştüm seni, her an unutabilirmişim gibi geliyordu. Tramvaya bindiğimde yanı boş olan herhangi biriydin. Bu yüzden oturmuştum ya zaten senin yanına. Hiç seni seveceğimi düşünmeden, hatta seni fark etmeden atmıştım kendimi boş yere. Kolum çarpmasaydı sen kendi durağında inecektin ben de benimkinde, hatta işimi de halledebilecektim. Tramvaydaki diğerleri gibi, sokakta gördüğüm, yanından geçtiğim diğerleri gibi olacaktın eğer kendi rengimi sana bulaştırmasaydım... "Sen olmasaydın bugün geçmezdi." dedim boş evin duvarlarına. İlk günden sensiz olamayacağımı fark etmiştim. Düşüncelerimi içinde sürüklendiğim boşluğa bırakmaya çalıştım. Seni yanımda tutmaya çalıştım. Uyumayı denedim. Bu evi aldığım için bir kere daha sevindim. Duvarlarında alçı yoktu, pürtüklüydü. Uyuyamadığım gecelerde ellerimi duvarın yüzeyine sürter gözlerimi kapatarak dokunduğum pürtüklerden şekiller oluşturmaya çalışırdım. Gözlerimi yummaktan ağrı saplanırdı göz kapaklarıma ve o zaman sokak lambasının beyaz ışığında aydınlanan tavana bakardım. Oradaki pürtüklerden üretirdim şekilleri. Bir tane Elvis Presley'e benzettiğim pürtük kümesi vardı ayak ucumun tam üzerinde. Şimdi sana benziyordu. Tavanım beyaz olmasına rağmen siyah olduğunu düşündüğüm bir tavşan vardı sol tarafta. O da sen... Sen tramvaydan indiğinde senden ayrıldığımı, göremeyeceğimi düşünüp hüznün davet ettiği bir masaya oturmuştum. Şimdi kocaman gülümsemeyle tavanımda duran seni görüyordum. Bir ışık kaynağına baktığında gözlerini kapatsan da görebilirsin ya o kaynağın şeklini, ona benzetmiştim tavanda seni görmemi. Aklım yavaş yavaş kapanıyordu, bir ucunda sen,diğerinde ben olan tramvaya yeni vagonlar ekleniyordu sanki. Seni unutuyordum. Körüklü geçitlerden geçiyordum. Sallantının etkisiyle koltuklara çarpıyordum. Hepsinde aynı simalar. Yaşlı teyze, ona yer vermeyen genç, senden uzaklaşmama izin vermeyen şişko amca, elini tuttuğumda seni koruyan adam ve karısı... Koşuyordum ben, onlar geriye doğru gidiyordu, ama sen aynı yerinde kalıyordun. Defalarca yanlarından geçmeme rağmen sana ulaşamıyordum. En sonunda vazgeçtim. Haykırdım, ağladım, küfrettim acizliğime. Bacaklarımı kollarımı kopartmak istedim, beni sana ulaştırmadıklarına göre onlara ihtiyacım yoktu. Diz çöktüm tramvayda, herkes bana bakıyordu. Yere kendini atmış, kollarını bacaklarını koparmaya çalışan, salya sümük ağlayan becereksize... Tüm gözler bir anda benden ayrıldı. Hissedersin öyle olduğunu, görmene gerek yoktur. Birisi seni izler, kontrol etmek için baktığında göz göze gelirsin. Etrafıma baktım ben de. Kimse yoktu. Tramvay boş, karanlık ve soğuk. Bir damla su metale vurdu. Tramvayın camları şekil değiştirdi. Duvarlardan birinde tanıdık bir tablo... Damlama sesi tekrar. Bir bebek ağlaması ardından... Sana benzeyen siyah bir tavşan... Sana benzeyen Elvis Presley... Senin için birkaç damla yaş... Sadece bu kadar. Artık yoktun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder