Sen 8
İnsan değişiyor. Ne istediğini bilmez bir hal alıyor. Ne kolay da unutuyor insan, sevdiğim dediğini, değer verdiklerini, değerlerini, hayatı. Dikkati çok çabuk dağılıyor, kaşığındaki damlayı dökmeden yaşayamıyor, ya da yaşarken kaşığındaki damlayı koruyamıyor. Sen benim kaşığımdaki damlaydın. Ya seni korumalıydım ya da yaşamalıydım. Ama ben sensiz yaşayamazdım. Bir su damlası sen, içimdeki ateşi bir müddet daha bastırabilmem için yani biraz daha yaşamam için gerek duyduğum tek şeydi. Seni korurken dikkatim dağıldı, değiştim, isteklerimi bilemiyordum. Ben seni düşünürken, seni isterken yaşamayı unuttum. Sensiz geçen her gün yaşamadığıma inandırdım kendimi. Seni bulmak istediğimi unuttum, tramvaylarda boş boş dolandım. Alışkanlığım oldu yokluğun ve öldüm.
En güzel günüm dediğim gün çok eski de kaldı. Bu da yetmezmiş gibi lanetli bir hal aldı. Göz yaşlarımı tutamıyorum. Seni hatırlamak istiyorum, hissetmek istiyorum yine ama nafile bir çaba... Gönlüm kaldırmıyor bunu, gönlüme ağır gelen bu yükü azaltmak için gözlerim yaş döküyor. Verebilecek miyim bu yazdıklarımı sana hiç bilmiyorum. Okuldakiler başıma bir şey geldiğinden korkmuşlar, tek başlarına korkmak yetmiyormuş gibi ailemi aramışlar. Annem atladığı ilk otobüse bindiği gibi gelmiş. Telefonuma ulaşılmıyor, ona bakmadığım, şarjı var mı yok mu kontrol etmediğim için. Gece eve geldiğimde karşılaştım onunla. Korkudan havaya sıçradım, evde kimseyi beklemiyordum. O benden daha çok korkmuştu, saçı sakalı karışmış, yırtık pırtık bir kıyafet içinde oğlunun evine giren bir yabancı. Çığlığı bastı. "Anne" dediğimde sustu. "Oğlum?" Soran gözlerle bakıyordu, ağzını açmasına hiç gerek kalmamıştı. "Geç otur anne çay yapayım." dedim sakince. Yırtıcı bir hayvanı ürkütmek istemiyordum. Çayını içerken anlatabilirdim olanları.Çayı demlemek için mutfağa gittim. Çaydanlığın altına su koydum. İçinde yüzen şeyleri görünce geri boşalttım. Çalkalayıp tekrar doldurdum. Tezgahın üstü hep toz içindeydi. Baharatlıkta ağzı açık şekilde bıraktığım çayın üstü de toz içindeydi. Demliği aldım kapağını açmamla öğürmem bir oldu. İlk defa çayın küf tuttuğunu görmüştüm, kötü bir koku da cabasıydı. İçindeki çayla birlikte bir poşete koyup çöpe attım. Onu içi toz tutmuş çay takip etti. Sallama çayları iki kere yıkadığım fincanların içine attım. Çay poşetleri, fincanın dibinde kalan su ile ıslandı. Gözlerimdi bu sefer takip eden. Sırılsıklam olmuşlardı, canım yanıyordu. Hala bulamamıştım seni. Ocağın üstünden kaynayan suyu aldım. Fincanlara boca ederken gözlerim karardı, kalbim sıkıştı. İki ya da üç gün önce de tramvayda kararmıştı gözlerim ama yorgunluğa yorup önemsememiştim. Seni bulduğumda dilediğim kadar dinlenebilirdim. Tezgahın üzerine düşen çaydanlığın çıkardığı sesi duydum. Annemin "Ne oldu?" diye seslenişi ve mutfağa yönelen ayak sesleri takip etti bu ses cümbüşünü. Karnavalda gibi hissettim kendimi; metalleri birbirine vurup müşteri çeken satıcılar, insanların birbirine karışan konuşmaları, bir o yana bir bu yana hızla hareket eden adımlar. Vücudumu yere vurduğumda akan kanın kokusu geldi burnuma. Kollarım normal şekillerinde durmuyor gibiydi. Nerede olduklarını bile hissetmiyordum. Kalbim atıyor muydu? Kalbim zaten tramvaydan indiğin gün durmamış mıydı? Sana vermiştim göğsümden çıkarıp. Kalbimi hissetmiyordum artık, dolayısıyla attıp atmadığını da bilemiyordum. Zaten ne önemi vardı ki? Sen olmadıktan sonra ne ihtiyacım vardı sadece kan pompalayan bir kalbe. Seni gördüm gözlerim kapanırken ya da seni gördüğüm için kapandılar. Bir kez daha gördüğüm için gözlerim açık gitmiyordum bu yalan dünyadan. Sözlerin verilip tutulmadığı bu dünyayı terk ediyordum. Bu dünyadaki meleğim, dünyayı terk ederken de yanımdaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder