Sen 9
Ben yazıyorum şimdi bu kağıtlara. Ameliyata girmeden önce kıyafetlerini çıkartırken yere düştü. Birbiri üstüne katlanmış on-on beş kağıt. Küçük bir defterden kopartılmış çizgisiz yanık kokan kağıtlar... Özür dilerim gerçekten, alıp onları okuduğum için. Ama elimde değildi. Değildi işte. Sevdiğim adamın yazdığı şeyler, "Belki beni yazmıştır." düşüncesi, deli gibi kemirdi kafamı. Bir kez daha özür dilerim, senin iraden dışında seni çıplak gördüm, savunmasız. Çok kızgınsın bana biliyorum, gelmediğim için. Yoğun bakımdayken sürekli yanındaydım, tıp öğrencisi olduğum için bu benim için çok zor olmadı. Gözlerin kapalıydı, ama alev saçıyorlardı. Hissedebiliyordum. Kağıdı niye küçük küçük aldın ki, bitiyor işte. Tramvayda sen beni bekliyordun, şimdi ben seni bekliyorum.
Sabah tramvaya binmek için evden çıkıyor, gece son tramvaydan inince eve dönüyordum. Hayatımda başka hiçbir şey yoktu. Tek bir hedefim vardı. Tek bir isteğim... Tramvayda yemek yiyemiyordum; sürekli bir ileri bir geri gittiğim için. Tramvaydan inince de yiyemiyordum adam gibi bir şeyler. Hemen bir sonraki tramvaya bindiğim için hep tırıvırı şeylerdi midemdekiler. Su içmek ise tuvalet ihtiyacımı gördükten sonra ellerimi yıkamamın hemen ardından susuzluğumu giderecek kadar. Uyku desen o da yoktu. Saat iki ya da üç gibi evde oluyordum. Seni üzerime sinen umutsuzlukla karşılamamak için üstümdekileri yıkıyor, ben de yıkanıyordum. Duştan çıkınca kurusunlar diye asıyordum. Bunları yapıncaya kadar saat dördü beşi buluyor, yatıyorum ve saat altıda kalkıyordum ilk tramvaya binmek için. Yaşamaktan vazgeçmiştim işte ben, sen gelinceye kadar ben olmaktan vazgeçmiştim. Vücudum isyan etti tabi buna, sadece kalbini dinleyen ahmağı devirdi işte tek bir hamlede. Son anda seni gördüm ama biliyor musun? Ölmeden önce yani, gözlerim böyle kapanırken. Kalbimin durduğunu hissettin mi? Ben hissetmedim. Ben düzgünce ölemedim bile... Sen niye öldün? Niye buradasın? Aman neyse ben sana kavuştum ya, nerede, nasıl, ne önemi var? Çok güzelsin. Ben Tanrı olsaydım; seni, bu güzelliğin ait olduğu yere, cennete koyardım. Ama melekler, onları senden çirkin yarattığımı görüp isyan etmesinler diye seni yok etmek zorunda da kalabilirdim. Tanrı olmak çok zormuş. Ben sana kıyamazdım, seni bir daha göremeyeceğimi bilmenin yanında bunun sebebi olmak... Aslında... Aslında seni ilk gördüğüm gün değil miydi seni bir daha göremeyeceğimi haber veren? Sen o tramvaydan indiğinde bilmiyor muyduk ikimiz de bir daha görüşemeyeceğimizi? En azından hayatta... Sen burada beni mi bekledin, yoksa ben mi seni bekledim? Seni bekleyinceye kadar olan boşluğu yaşarken yaşamamama benzetebilir miyiz? Sen gelinceye kadar buraya, burası yoktu çünkü, ben yoktum çünkü. Seni görünceye kadar da ben yaşayamadım. Benziyor değil mi? Ama sen bekledin beni değil mi, sen önce geldin buraya. Peki, ben seni çok sevdiğim için mi geldim yanına, yoksa sen mi çağırdın beni? İzledin değil mi beni, her gün tramvayda oluşumu, sabahları umutla binişimi, geceleri kahrolmuş bir şekilde geri döndüğümü? Her gün ağladığın için mi ıslak buralar? Her gün benim çabamı görüp sen bir şey yapamadığın için mi ağladın? Ama bir şey yapmadan durmadın değil mi? O adamı sen yolladın bana, hani iddiaya girdiğimiz; her karşılaştığımızda bana para verecek olan adamı. Vazgeçmem için gelmişti, ama beni dinleyince senin yapması için rica ettiğin şeyden vazgeçti. Bir daha karşıma çıkamayacağı için, beni cesaretlendirmek istedi. O karşıma çıkmadığı sürece ben "binmediğim tramvaylar var daha" diye düşünecek ve seni aramaya devam edecektim. Hiç bulamayacağım bir şeyi arıyordum işte ben. Hiç karşılaşmayacağım bir şey de destekliyordu beni, karşılaşalım diyerek. Ne tarz bir oyundu bu? Eğlendirdim mi sizleri? İddiaya mı girdin yoksa? Kalbimi sana verdiğim güne lanet olsun. Bana ateşten gömlek giydirdiğin güne lanet olsun. Hala sen de mi peki kalbim? Duruyor mu? Attın mı yoksa? Alevler içinde durduğu için tutamadın bile değil mi? İçimde boşlukla, söndüremediğim, şimdi öğrendiğime göre hiç bir zaman da söndüremeyeceğim ateşle yaşarken sen alevler içindeki kalbimi tutamadın değil mi? Güneşten parlak olan o ateşe bakamadın bile değil mi? Güneşten parlak dediğim bakışların o ateşin karşısında Ay ışığı gibi kaldı değil mi? Aşkımı iyi anlamışsındır o zaman. Nereye kapattın kalbimi? Hangi yanmaz kutulara koydun? Geri ver, geri ver, geri ver hemen... Sen bana ateşten o gömleği giydirdiğin gün, ben kalbimi neden sana verdim biliyor musun? Ben o gömlek içinde sana kavuşmak için ararken seni, sen ona bakabilecek misin diye. Ama... O yüzden geri ver.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder