31 Ağustos 2013 Cumartesi

Sen 10

Kağıtlara bana olan kızgınlığını, kırgınlığını ne sıklıkla yazıyordun bilmiyorum ama benim yazmalarım rastgele. Alınmadım yazdıklarına ayrıca. Hak etmiştim. Yoğun bakıma girdiğin ilk gün alev alev bakan o gözlerin şimdi yerini huzurla bakan gözlere bıraktı. Beni unuttuğun için mi böyle huzurlular bilmiyorum ama öyle olmalıydı. Acı çekmiyor gibiydin. Acı çekmiyordun değil mi? Belki de en iyisi bu? Beni unutup, beni aramaman, bu sayede yaşayabilirsin. Bu sayede kendi hayatını sürdürebilirsin. Beni merak etme sen, bana hissettirdiğin tüm o sıcak duyguları geri vereceğim sana. Yarına kadar yanında olacağım yine. Ama artık dayanamıyorum, elini tutmaya korkup duruyorum. Bunun sana beni tekrar hatırlatıp acı çekmene sebep olacağını düşündüm. Ama dayanamadım işte. Tuttum ellerini ve gözlerinden yaş geldi.  Ağlamama engel olamadım ben de. Yanık kokusuna bir iki damla göz yaşı karıştı. Sana sarıldım sımsıkı. Başımı göğsüne dayadım, soluk alış verişini dinledim. Kalbini duymak istedim ama duyamadım. Ödüm koptu atmıyor diye, monitöre baktım ama normaldi. Düzgün çalışıyor mu diye kontrol ettim, çalışıyordu. Ben duyamadım diye düşündüm ve bir daha denemedim. Bir an olsun senin öldüğünü düşünmek dayanılmazdı ve saatlerce ağladım. Ben ağlarken, senin de gözlerinden yaşlar aktı biliyor musun? Galiba biz birbirimize bağlıydık.
 Sevgi her problemi çözer, değil mi? Güldürmesinler beni. Sana olan sevgim az mıydı? Hiçte bile, peki neden bulamadım seni? Sevgi yeterliydi hani, dememişler mi; "evimde sevgi olsun ben bir kuru ekmek bir de soğana razıyım" diye. Ben razıydım. O kadar fazlaydı. Hiç tanımadığım birine aşık olmuştum ben, kendimden çok sevmiştim onu. Seni bulabileceğime inanmıştım, sözümüzü tutabileceğimize inanmak istemiştim. Her gün... Şimdi geriye ne sevgim kaldı, ne umudum, ne de inancım. Ne işim kalmıştı artık gidebileceğim, ne de okulum. Tramvayda geçti her bir günüm, her bir saatim. Ama sen gelmedin. Defalarca aynı insanları gördüm, aralarında senin yer almadığın. Başlarda tramvayın kapılarının her açılmasında heyecanla titreyen kalbimi hissetmemeye başladım. Bırak seninleyken, seni seyrederken hissettiğim heyecanı, seni düşünürken, tekrar görür müyüm diye sorgularken hissettiğim heyecanı bile unuttum ben. Ama en kötüsü neydi biliyor musun? Ben kolunu morarttığım, sonra acısı geçsin diye öptüğüm, hiç tanımadan sohbet ettiğim, gülüşüne hayran olduğum, bir kaç saniye bile olsa el ele tutuştuğum o kızı unutmaya başlamıştım. Tenin ne renkti? Dudaklarımın dokunduğu o tenin bir bebeğin cildi gibi yumuşak ve pürüzsüz müydü? Ellerin benimkilere kıyasla ne kadar küçüktü? Gülüşün... Gülüşün nasıldı? Bana cennetleri gösteren o gülüş... Seni ararken unutuyordum işte. Neredeydin? Niye karşılaşmamıştık? Neden hiç gelmemiştin? Sen kimdin? Seni neden sevmiştim? Hepsi uçup gitmişti bu mecnunun aklından. Leyla'mı bulmak için Mecnun olmuşken ben niye yoktun? Varlığınla beslemediğin kalbim sulanmamış toprak gibi çatlamış, kırılmıştı ve seni sızdırıyordu. Ama anlıyorum artık. Senden özür dilemem gerek galiba. Ellerinde tuttuğunda onların yanacağından korkmamıştın sen. Benim nasıl yandığımı hissetmek için kendi kalbinin yerine koymuştun kalbimi. Kalbim sana alışmıştı, sen de yanmış, seni de yakmıştı. Ama ben bunu göremeyecek kadar kör olmuştum yokluğunda. Seni hissetmek yerine seni aradım ben. Zamanı bulduğu için lanetlenen Zaman Baba* gibiydim ben. O da zamanı ölçmüştü, sevdiği kadınla kısa bir ömrü geçirmek yerine. Sırf bu yüzden lanetlenmişti, zamanı anlamaya mahkum edilmişti. Cezası buluşuna küfredenleri, onu isteyenlerin dileklerini dinlemek oldu. Ben de lanetlendim işte, hapsedildim buraya. Senin sen olduğundan bile şüpheliyim. Çünkü artık hissedebiliyorum seni. Kalbimin atışını duyuyorum. Çok yakın... Ama senden gelmiyor ses. Elimde hissediyorum kalbimin attığını, boynumda hissediyorum ona göre alınıp verilen nefesleri. Bazen kesik kesik, ağlıyormuş gibi, bazen sonu gelmeyecek gibi düşünceli, bazen ardı ardına heyecanlı... Hissediyorum artık seni. 
* Mitch Albom The Time Keeper adlı romanındaki ana karakter.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder