Dönüp baktı, adımlarını hızlandırdı, karanlığın içinde kayboldu. Yine sessizce... Yine anlamsızca... Ardında çığlıklar, hıçkırıklar, yorgunluğa eklediği sorular bırakarak... Sadece kayboldu.
Sadece kayboldu, "Kaybettim!" diyerek dizlerinin üstüne çöken kalbi umursamazcasına, tanımazcasına... Kırıktı o kalp, paramparça... O an, yağmur bile durmuşken, teselli bulması imkânsızcaydı.
Yanıyordu. Öylece yok oluşa terk edilmişliğine... Ne yapacağını bilmezliğine... Yanıyordu, nefes aldığı her zaman dilimine...
Artık bilmiyordu. Ne istediğini bilmiyordu. Neyden emin olduğunu bilmiyordu. Onu bilmediği kadar, kendisini de bilmiyordu artık. Ardından bakakalmışken gözleri, ruhu onunla birlikte karanlığın içinde kaybolmuştu.
Olan olmuştu işte. Aynı şey, dönüp dolaşıp sarmıştı yine çevresini. Bir özetti bu, her şeyin özeti. Hiçbir şey olmayan her şeyin özeti...
Zihninde tekrarladı:
"Dönüp baktı, adımlarını hızlandırdı, karanlığın içinde kayboldu. Yine sessizce... Yine anlamsızca..."
29 Kasım 2013 Cuma
25 Kasım 2013 Pazartesi
Senden Ayrıysa
Kaçırıyorum gözlerini, çokça kirpikli
Korkmak mümkündür bizim için
Sevmenin her anında
Uykun çok uzak içinde olmayınca
Gündüzleri düşlediğinden
Sarmadığım gündüzlerin uykudaysa
Şu elleri kime atsam ordan bitiyor
Ezberimden utanıyorum tenine
Bir daha ve bir kez daha
Neyi istiyorsam ondan kokuyor
Sevdiğim her şeyde sen az biraz
Yediğim yemediğim, artık buram buram
Çok özlemek kokuyor
Senden ayrıysa.
Korkmak mümkündür bizim için
Sevmenin her anında
Uykun çok uzak içinde olmayınca
Gündüzleri düşlediğinden
Sarmadığım gündüzlerin uykudaysa
Şu elleri kime atsam ordan bitiyor
Ezberimden utanıyorum tenine
Bir daha ve bir kez daha
Neyi istiyorsam ondan kokuyor
Sevdiğim her şeyde sen az biraz
Yediğim yemediğim, artık buram buram
Çok özlemek kokuyor
Senden ayrıysa.
Nar Kütüğü
Güzelim, ben
bugün yazamayacağım belli
Şu dar
çerçevelerden gördüğüm
Kargacık burgacık
harfleri
Saatlerimi
çaylara bölüyorum
Sigaraya katık
etmek için
Duymuyorum bana
bağırılan sözleri
Ve kaçıyorum
insanlarından
Boyum uzunca olsa
dahi
Beni üzmesinler
diye
Sen iyisi mi beni
bahçeme götür
Karşıki yonca
tarlasına götür beni
Yabani atların
bekleştiği
Nar kütüğüne
oturt ellerimden tutup
Koca bir düğün
yemeğindeki beşiğim
İki adam eninde küçücük
evim
Dedem öldüğünde
kestikleri.
23 Kasım 2013 Cumartesi
6 Saniye...
19 Kasım 2013 Salı
Uçurum Kenarı Dialogları 10
-Hiç... Sen niye uyuyamadın?
-Bir şey takıldı kafama.
-Neymiş?
-Oda arkadaşımın, dostumun, sevgilimin, yatağımı paylaştığım kişinin ismini neden bilmiyorum? Sence neden adını söylemedi bana?
-Gerek duymamıştır belki.
-Gerek mi duymamıştır? Benim, ismini bilmeme mi gerek duymamıştır?
-Ali, Ahmet, Mete ne fark eder ki? Sen ona nasıl olsa aşkım, hayatım diye sesleniyorsun. Söylediklerinin ona hitap ettiğini bir şekilde belirtebiliyorsun. Bu yüzden gerek duymamıştır ismini söylemeye.
-Ama bu çok saçma?
-Neresi saçma? İsmini zikretmen yerine hayatım diyerek onu hayatına kattığın için mi saçma? Yoksa aşkım diyerek aşkınızı günün her anında dillendirdiğin için mi?
-Görür görmez aşkım demeye başlamadım ya ben. Tanıştığımız zaman bile söylemedi adını ya da adımı sormadı.
-Sevmek için isime mi ihtiyacın var? Onun ismini öğrenince daha çok mu seveceksin onu? Ya da ne bileyim, Burak değilde Alican olsa daha mı az seveceksin ya da daha çok?
-Hayır tabii ki de...
-O zaman? Kalemi tutarken adını söylüyor musun? Bilgisayarı kullanırken ismini zikrediyor musun? Ne diye bu kadar ihtiyaç duydun ismine, hem de bunca zaman sonra?
-Kalemi kullanan ben olunca ihtiyaç duymuyorum elbet ama birine kalemden bahsederken "kalem" diye bahsetmek zorundayım.
-"Sevgilim" bu tür zamanlar için kullanılan bir kelime...
-Bu kaleme "yazma aracı" demek gibi bir şey. Ayrıca benim ismimi de öğrenmedi ya da bir çaba harcamadı.
-Senden bahsetmek istemiyordur...
-Beraber yaşadığı, yanında yatıp, sabah gözlerini beraber açtığı kadından mı bahsetmek istemiyordur? Bu kadar çok mu utanıyor sence benden?
-Bilmiyorum ama benim bahsetmek istediğim bu değildi.
-Neydi peki?
-Dinlersen eğer... Unutma ki benim sesim senin ki kadar gür çıkmıyor, onu uyandırırsan sen uyandırmış olacaksın.
-Tamam sustum.
-...
-...
-Seni kendine saklıyordur belki de. İsmini başkaları öğrenmesin diye böyle bir fedakarlık yapıyordur. Sevdiği kadının ismini öğrenmekten sırf ağzımdan kaçırırım korkusuyla vazgeçmiştir belki de. Çünkü insan sevdiğinden bahsetmek üzere yaratılmıştır. Çok az kişi sevdiği şeyleri kendine saklayabilmeyi başardığı için sevmeye devam etmiştir.
-Sence sevgisi benden bahsedince yok olacak kadar az mı?
-Hayır, insanların kini, nefreti en büyük sevgiyi yok edebilecek kadar büyük.
-Ölünceye kadar ismini bilmediğim bir adamla mı yaşayacağım?
-Hayır, ismi yerine hayatım dediğin, onu sadece aşkım olarak bildiğin biriyle yaşayacaksın.
-Peki, son bir soru. Sen neden benim ismimi öğrenme ihtiyacı duymuyorsun?
-Gerek duymuyorum çünkü sana seslenmeme gerek yok. Sen yalnızsan konuşmaya başlıyorsun ve ben eşlik ediyorum. Biri geldiğinde de susmam gerektiğini, susmasam bile önceliğin diğerlerinin olduğunu biliyorum.
10 Kasım 2013 Pazar
Sekiz
Bir ayakkabı
düşün
Aldırdığım
çubuklu şekerler gibi
Ve yenmez
onlar,sen dersin.
Sığamam sandım
ilk, tam geldi
Annem bayramlık
aldı onları bana
Sabahın sekizinde
giymek için
Bir başıma
oturuyorum
Yine de
uyanıyorum hava açınca
Şu dünyada
sorsanız iki şey almış cebim
Senin sabah
namazlarından
Sevilmemek, onu
kime soracağımız belli
Bir de elimden
düşmeyen sigara.
Olmamışlık
diyemedik sana ama
Bakınca hatırlamak
var
Her işin ucu, her
sokağın başı
Bu denli dil
ucundaysa
Sabah sekiz, ben
çıktım sokağıma
Ben yürüdüm
denizimde
Külçeler bağlı
ayaklarıma
Bu işin başka
demesi yok
Bir ikincisi yok,
bu yaştan sonra.
Sabah sekiz, ben
ayakkabılarımı giydim
Baba, sen
neredesin?
9 Kasım 2013 Cumartesi
Uçurum Kenarı Dialogları 9
-Beni burada görmeni istemezdim.
-Hadi in oradan da gidelim buradan.
-Ben zaten gidiyorum kardeşim.
-Beraber gitmeliyiz ama devam etmeliyiz. Sence de böyle yapmamız gerekmez mi?
-Senin gelmen gerekmez. Ben yalnız geldim bu dünyaya ve yalnız gitmeyi düşünüyorum diğer herkes gibi.
-Yalnız geliyor olman, yalnız gidiyor olman hep yalnız olacağın manasına gelmiyor, hadi in şuradan.
-Hayır. Ben gidiyorum kardeşim. Tüm yollar bittiğinde, tüm kapılar kapandığında çıkabileceğin tek yerden gidiyorum.
-İzin vermeyeceğimi biliyorsun değil mi?
-İznine ihtiyacım hiç olmadı.
-Evet, her zaman istediğin şeyi yaptın. Ama bu sefer seni affetmeyeceğim eğer buradan gidersen. Kendin gibi beni de yalnız gitmeye mahkum edersen affetmeyeceğim.
-Umurumda değil. Gidiyorum nasıl olsa, ne fark eder?
-Umurumda değillerle gelme bana...
-Hayır, dostum ben gelmiyorum daha çok gidiyorum.
-Kalmadı mı hiçbir şey? Tüm kapılar mı kapandı? Tüm yollar mı tıkandı?
-Tek kapılı tek pencereli bir odadaydım yıllardır. O kapıdan çıkmam gerekirdi yıllar önce. Seninle tanıştığımda o kapı tekrar açılmıştı ve çıkmam gerekirdi. Çıkmadım, çıkamadım. Bir sonraki odada da kapılar kapalıysa tekrar bu odaya döneceğimden korktum. Başladığım yere geri dönmekten korktum. Bu yüzden hiç başlamadım. Ama çıkmam gerekirdi, her insan gibi kapıdan çıkmam gerekirdi. Eğer o zaman çıksaydım bir tane bile olsa kapı açık olurdu. Ve şimdi bir pencereden gitmem gerekmezdi.
-Hala gerekmiyor.
-Hoşça kal can dostum...
-Hadi in oradan da gidelim buradan.
-Ben zaten gidiyorum kardeşim.
-Beraber gitmeliyiz ama devam etmeliyiz. Sence de böyle yapmamız gerekmez mi?
-Senin gelmen gerekmez. Ben yalnız geldim bu dünyaya ve yalnız gitmeyi düşünüyorum diğer herkes gibi.
-Yalnız geliyor olman, yalnız gidiyor olman hep yalnız olacağın manasına gelmiyor, hadi in şuradan.
-Hayır. Ben gidiyorum kardeşim. Tüm yollar bittiğinde, tüm kapılar kapandığında çıkabileceğin tek yerden gidiyorum.
-İzin vermeyeceğimi biliyorsun değil mi?
-İznine ihtiyacım hiç olmadı.
-Evet, her zaman istediğin şeyi yaptın. Ama bu sefer seni affetmeyeceğim eğer buradan gidersen. Kendin gibi beni de yalnız gitmeye mahkum edersen affetmeyeceğim.
-Umurumda değil. Gidiyorum nasıl olsa, ne fark eder?
-Umurumda değillerle gelme bana...
-Hayır, dostum ben gelmiyorum daha çok gidiyorum.
-Kalmadı mı hiçbir şey? Tüm kapılar mı kapandı? Tüm yollar mı tıkandı?
-Tek kapılı tek pencereli bir odadaydım yıllardır. O kapıdan çıkmam gerekirdi yıllar önce. Seninle tanıştığımda o kapı tekrar açılmıştı ve çıkmam gerekirdi. Çıkmadım, çıkamadım. Bir sonraki odada da kapılar kapalıysa tekrar bu odaya döneceğimden korktum. Başladığım yere geri dönmekten korktum. Bu yüzden hiç başlamadım. Ama çıkmam gerekirdi, her insan gibi kapıdan çıkmam gerekirdi. Eğer o zaman çıksaydım bir tane bile olsa kapı açık olurdu. Ve şimdi bir pencereden gitmem gerekmezdi.
-Hala gerekmiyor.
-Hoşça kal can dostum...
Şarkıyı yazarken dinlediğim için paylaştım sadece...
2 Kasım 2013 Cumartesi
Uçurum Kenarı Dialogları 8
-Bağışıklık
sistemi nedir biliyor musun?
-Evet,
vücudunun sana ait olmayan mikroorganizma ya da diğer bütün her şeye karşı
savaş açması bu sayede seni onlardan koruması kurtarması diyebiliriz basitçe.
-Neden
sorduğumu merak ediyor musun?
-Evet,
sonuçta biyoloji hocam değilsin, sözlü de olmadığıma göre.
-İnsanlar
psikolojik olarak da bağışıklık sistemine sahiptirler. Yalancı çoban hikâyesi
mesela...
-Orada yalan
söylemenin yanlış olduğu anlatılıyor sanıyordum.
-Aksine,
orada aynı kişiye aynı yalanı sadece bir ya da iki kere söyleyebileceğin
anlatılıyor.
-Birçok çift
birbirlerine sürekli yalan söylüyor: seni
seviyorum. Çoğu evlilik bu yalanlara rağmen ayakta duruyor. Hala devam
ediyor.
-Diyelim ki
senin yalan söylediğini fark ettim, eğer bunu sana söylersem sana yalan
söylemeyecek kadar dürüst olduğumu göstermiş olurum. Bunu göstermeme rağmen
yalan söylediğimi anlarsan arkadaşlığımız biter. Çünkü sana dürüst olmanı
söylememe rağmen ben dürüst olmadım.
-Yani…
Evlilikler devam ediyor çünkü yalanlar ifşa edilmiyor, yalan söylendiği
biliniyor ve yalan söyleyebilmek için yalanın yalan olduğu söylenmiyor.
-Seni
seviyorum diyor yalan olsa bile, yalan olduğu anlaşılsa bile yalan olduğu
söylenmiyor çünkü yalan söylemek zorunda seni seviyorum diye karşılık
verebilmek için.
-Çöken
evliliklerde o zaman kadın yalan söylüyor, adam yalan olduğunu anlıyor, eşine
kızıyor yalan söylediği için ve eve neden geç geldiği sorulduğunda o da yalan
söylüyor ve bum, kadın yalanı anlıyor.
-Ya da
kaldırılamayacak kadar büyük bir yalan söylüyor.
-Peki,
bağışıklık ne iş?
-Çok basit,
vücuda bir kez x mikroorganizması girdiyse vücut ona karşı antikorlarıyla
saldırmaya başlıyor. Antikorlar saldırmaya devam ederken, savaş olup biterken
savaş alanını 7/24 gözetleyen kameraları izleyenler bu adamı unutmayın diyor. Bir
daha gelirse hemen işini bitirin. Yalan söylediği anlaşılan birinin
ağzından çıkan her kelime uçağa binecekmiş gibi defalarca aranıyor. Bu adamın yalan söylediğini sakın unutmayın.
-Ve artık o
kumarhaneye girmesi imkânsız…
-Aynen öyle,
yalan söylediğin birine asla ikinci bir yalan söylememelisin.
-Tabii fark
etmediyse onun uçağı patlatacak suikastçı olduğunu. Ama şöyle bir şey var; ben
senin suikastçı olduğunu bilmeme rağmen dostunum. Bunu bilmeme rağmen aynı
yalanları defalarca söyledin. Bunu nasıl
açıklıyorsun?
-Seni seviyorum yeterli bir cevap mı?
Anime: Kısaca Nedir ve Nasıl Başladım?
Herkeste olduğu gibi benim de
hobilerimin yer yer ilginçleşebilen ancak geneli sıkıcı hikayeleri var. Bunlardan en ilginci ve beni en çok
uğraştıranı animeler. “Nasıl başladım?” sorusuyla başlayıp, “Onu bu kadar özel
yapan ne?” sorusuyla devam edeceğim.
Hadi bakalım…
İlk izlediğiniz anime nedir diye
sorulduğunda hiç şüphesiz herkes Pokémon cevabını verir. Çocukluğumuzda bir çok
eğlenceli çizgi film izledik ancak bazıları anlaşılamayan derecede sevildi.
Digimon, Heidi, Sailor Moon ve daha nicesi yayınlandı televizyonlarda. Ancak
Pokémon’un bizde fırtınalar estirdiği dönemde ben babamın bize aldığı VHS
kasetlerde ne varsa onu izliyordum. Gerçi şu an aklımda sadece Asterisk kalmış.
Sadece animeler değil tabii, Batıda yapılmış bir çok animasyon ve ya çizgi
filmler de vardı televizyonda. Ancak en rahat hatırlayabildiklerim Japon
animeleri. Nedeni de bugün hâlâ izliyor olmamızı gösteriyor aslında: Yapımlar
arasındaki bariz fark.
Çizgiler üzerinden Batı ile
Doğuyu ayıran bir çok etken var; hikayesi ve hikayenin işlenişi, çizim
teknikleri, seslendirme, yayınlanma şekilleri, müzikleri gibi. Tabii 8-9
yaşlarındaki bir çocuğun bu farkları görmesini bekleyemezsiniz, önüne ne
koysanız izler. Gerçi benim bazı çizgi filmleri izlemem yasaktı, He-Man’i falan
zamanında izleyemedim. Ama Flash Gordon’un çizgi filmini falan izlemişliğim var
yani.
Benim bu farkları görmem lise
dönemine uzanıyor. O zamanlar internet kafeyi pek de oyun amaçlı kullanmıyordum
ben. Genelde oturup gezinirdim internette. Yine bir gün böyle gezinirken bir
forumda çocukluğumuzda neler vardı diye tartışıldığını gördüm. Bazılarını
nedense araştırma ihtiyacı hissettim ve bir de ne göreyim, bizim Heidi diye
izlediğimiz çizgi film aslında Japon yapımıymış. (Alps no Shoujo Heidi – 1974)
Dahası bir çok film yine öyle Japon yapımı falan. O gün öğle saatinin bitmesini
fark etmemle bitiyordu araştırmam. Ancak içime bir kurt düştü artık. Araştırılacak
bir derya çıkmıştı karşıma.
Sonraki günler bu şekilde
araştırmalarla geçti. Bir süre sonra nereden bulup izleyebilirim diye düşündüm.
Çok uzun sürmeden birkaç site bulmuştum. Hatta ilk indirdiğim seri yanlış
hatırlamıyorsam “Full Metal Alchemist” idi. .rmvb uzantılı olduğu için bayağı
uğraştırmıştı beni. (Sen o kadar indir, eve gel ve çalışmasın). İlk okuduğum
manga ise Hellsing’ti.
Eve
internetin gelmesiyle beraber internet kafelerden eve taşınmıştık. Ailem “download
için bilgisayarın gece boyu açık kalması” fikrini ilk başlarda benimseyememişti
tabii. Ama beni tanıyanlar bu konuda sınır tanımayacağımı bilirler. Ay sonu
yüzlerce gigabayt download olması, disklerin dolması ve elimdekileri DVD’lere
basmam falan bayağı eğlenceliydi aslında o zamanlar. Şimdi yer sıkıntımız ve
internet hız sınırımız olmadığından resmen altın çağdayız, ancak zamanımızın
sıkıntısı, izleyecek zaman bulamamamız.
İlk
başlarda ilgiyle izliyordum, türmüş, hikayeymiş falan çok da umrumda değildi
ancak her şeyi kategorize etme huyum yine ağır basmıştı ve ben yine
araştırmalara koyulmuştum. Shounen, shoujo gibi terimlerle karşılaşıyor, Seiyuu
denen sanatçıları öğreniyordum. Hikayelerin mangalardan geldiğini görüyor ve bu
sefer de mangaları okumaya başlıyordum. Tam manasıyla işe gömülmüştüm
anlayacağınız.
Artık
hayatımın bir parçasıydı onlar. Aynı oyunlar ve kitaplar gibi.
Animeleri
bu kadar seviyor olmamın bir çok sebebi var elbette ama bunlardan en önce
geleni, sınırlarının olmaması. Yani aklınıza ne gelirse yapabilirsiniz. Ya bir
böceği anlatır ya da galaksileri fırlatan bir robot tasarlarsınız. Tek limit
çizerdir anlayacağınız. Sınırların olmaması herkese hitap edecek yapımların
çıkmasını da sağlıyor. Şu güne kadar binlerce anime yapılmış. İddia ediyorum ki
hiç izlemeyecek birine bile doğru yapımı gösterirsek başına kilitleyebiliriz.
Hikaye
örgüsü ise biraz farklı. Anlatımda Japon tarzı diyorum mesela. Çok farklı
anlatıyorlar hikayelerini. Dokundukları noktalar çok farklı; dostluk, söz,
ihanet, aile vs. bir çok konuya değiniyorlar. Film ve kitaplarında da öyle, insanı nasıl duygulandıracaklarını, korkutacaklarını falan iyi biliyor bunlar. 2006'nın sonlarında Death Note'un başlamasıyla insanları animeye bağlama amacıyla kullandığımız bir serimiz oldu. Hikaye örgüsünü benim de sevdiğim serilerdendir Death Note. Hakkında biraz okuma yaparsanız ne dediğimi anlarsınız.
Müzikler
ve seiyuu (seslendirme sanatçısı)’lar ise vazgeçilmezlerimiz. Bir karaktere
aşık olur ve onu seslendiren sanatçının diğer karakterlerine göz atarsınız.
Mesela benim bayanlar içinde en sevdiğim Rie Kugimiya (FMA’da Alphonse,
Gintama’da Kagura vs.):
Erkeklerde ise Jun Fukuyama (Code Geass’ta Lelouch, Ao
no Exorcist’te Yukio):
(Onlara boşuna sanatçı demiyorum)
Biraz araştırdıkça daha çok sanatçıyı öğreniyor ve daha
da araştırıyorsunuz. Müziklerde ise bir çok sanatçıyı tanıdım. Örnek olarak
Yuki Kajiura ve Takanashi Yasuharu’yu verebilirim. Besteciler dışında açılış ve kapanış şarkıları sayesinde bir çok Japon müzik grubunu tanıdım. Şu anda bile playlist'imin çoğunu onlar oluşturuyor.
Yuki Kajiura'dan "Let the Stars Fall Down"
Takanashi Yasuharu'dan "Natsu no Theme"
Sadece vakit geçirmekle
kalmıyoruz, bir kültürü yakından tanıyoruz ve popüler kültürün içinde
geziniyoruz. Bazılarımız dil bile öğreniyor bu sayede. Bugün bu konu hakkında bir şeyler biliyorsam izlediklerim ve araştırmalarım sayesindedir. Gerçi şöyle de bir durum var,
ben ne kadar savunursam savunayım birileri çıkıp hep bunlar boş işlerle
uğraşıyor diyecektir. İsteyen istediğini dedi, diyor ve gelecekte de demeye devam edecek. Ben ise "He canım aynen öyle" diyerek izlemeye devam edeceğim, hiç merak etmesinler.
Animeler sayesinde bulduğum ve sevdiğim gruplardan biri OreSkaBand, şarkının adı "Going Away".
1 Kasım 2013 Cuma
Uçurum Dialogları 7
-Duş başlığını kim kırdı?
-Ya sen kırmışsındır ya ben ya da o.
-Ben sen o biz siz onlar... Dalga mı geçiyorsun?
-Hayır evde üç kişiyiz üçümüzden biri kırmıştır.
-Ben kırmadığıma göre ikinizden biri kırdı bunu.
-Ben veya o, cevap düzeltiyor mu?
-Hayır ama duş başlığı nasıl kırılabilir aklım almıyor? Bu kaçıncı?
-Yere düşmüştür, malum ıslak oluyor duş, banyo ortamı. Yere düşünce o hortumuyla birleşme yeri yamulmuştur. E, o yamulunca spiral metal koruması kopmuştur girdiği yerden. Elimi kesti dün banyodayken, baksana, hortumu hayli hayli deler o kırılan uç...
-Yani sen kırdın duş başlığını?
-Bunu geçtiğimizi sanıyordum.
-Hayır, bu kadar iyi açıklama getirince sen kırmışsın gibi geldi.
-Bu mu geldi? Sen böyle bir açıklama yapsan yorumlama kabiliyetine sahip gelirdi bana. Bu şekilde düşünürdüm.
-Sen kırmadın yani?
-Hayır, ben kırmadım. Bir şeye açıklık kavuşturdum diye o şeyi ben yapmış mı oluyorum.
-...
-Newton yer çekimini açıkladı, kanunlarını, nasıl işlediğini falan, her şeyiyle... Yer çekimini o mu yaptı, o mu oluşturdu, hatta bazılarının hoşuna giden tabirle o mu yarattı?
-...
-Bir şeye açıklama getirebiliyorum, bir şeyi anlatabiliyorum, anlayabiliyorum, yorumlayabiliyorum diye o şeyi ben yapmış olmuyorum. Sok bunu kafana.
-Ya sen kırmışsındır ya ben ya da o.
-Ben sen o biz siz onlar... Dalga mı geçiyorsun?
-Hayır evde üç kişiyiz üçümüzden biri kırmıştır.
-Ben kırmadığıma göre ikinizden biri kırdı bunu.
-Ben veya o, cevap düzeltiyor mu?
-Hayır ama duş başlığı nasıl kırılabilir aklım almıyor? Bu kaçıncı?
-Yere düşmüştür, malum ıslak oluyor duş, banyo ortamı. Yere düşünce o hortumuyla birleşme yeri yamulmuştur. E, o yamulunca spiral metal koruması kopmuştur girdiği yerden. Elimi kesti dün banyodayken, baksana, hortumu hayli hayli deler o kırılan uç...
-Yani sen kırdın duş başlığını?
-Bunu geçtiğimizi sanıyordum.
-Hayır, bu kadar iyi açıklama getirince sen kırmışsın gibi geldi.
-Bu mu geldi? Sen böyle bir açıklama yapsan yorumlama kabiliyetine sahip gelirdi bana. Bu şekilde düşünürdüm.
-Sen kırmadın yani?
-Hayır, ben kırmadım. Bir şeye açıklık kavuşturdum diye o şeyi ben yapmış mı oluyorum.
-...
-Newton yer çekimini açıkladı, kanunlarını, nasıl işlediğini falan, her şeyiyle... Yer çekimini o mu yaptı, o mu oluşturdu, hatta bazılarının hoşuna giden tabirle o mu yarattı?
-...
-Bir şeye açıklama getirebiliyorum, bir şeyi anlatabiliyorum, anlayabiliyorum, yorumlayabiliyorum diye o şeyi ben yapmış olmuyorum. Sok bunu kafana.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)