Bir tek nefes yakar insanın ciğerlerini. Doğduğunda aldığın nefestir o. İlk aldığın nefes... İnsan yaşı kaç olursa olsun yeniden doğabilir. Bazıları birkaç kez doğar. "Bir yaşıma daha girdim." söylemi buradan gelmiştir. Ben senin gök mavisi gözlerini gördüğümde bir yaşıma daha girdiğimi farkettim. Çünkü aldığım nefes yaktı ciğerimi. Belki gözlerindeki göklere çıktım onlara baktığımda ve oradaki hava yaktı ciğerlerimi.
Bir insanın kalbi bir kere durur. "Öldü" derler ardından. Yıkar, temizler, bir de gömerler. Üzerine soğuk toprak atarlar. Ardından Yasin okur, mevlüt yaparlar. Yedin olur, kırkın olur, sonra unutulur. Var mıydın yok muydun? Diri diri gömülmek, yaşayan ölü olmak kalbini verdiğini kaybetmekle olur, kalbini kaybetmekle olur, içindekini görememekle olur... Ben seni kaybettiğimde diri diri gömdüler beni, yaşayan ölü dediler, hatta güldüler. Ben ölmüştüm içimdekiyle beraber.
24 Şubat 2013 Pazar
11 Şubat 2013 Pazartesi
LİLİTH VE EVA’NIN HİKÂYESİ
Söylenişlerinde dahi ezgisel ögeler barındıran bu iki
mitolojik imgeye, iki büyüleyici kadına sanıyorum günümüzde hiçbirimiz yabancı
değiliz. Eva, bizim deyimimizle Havva; Âdem’in kaburgasından yaratılmış olan eşi,
hayat arkadaşı, kadim dinlere göre kadın soyunun ilk temsilcisi. Âdem’ e itaat
eden, yumuşak başlı. Sürülmeye hazır toprağa benzetilen ve daimi korumaya
ihtiyaç duyan insan türü olarak tasarlanan Eva, inananlar için kadının özünü;
inanmayanlar içinse bilinen kadın içgüdülerinin temelini simgelemektedir. Peki,
Eva’nın varoluşundan çok daha önce bu hikâyede yer alan Lilith kimdi ve neden
Eva’nın aksine daha derinlerde gizlenilmesi tercih edildi?
Eski bir Yahudi efsanesine göre Lilith, Âdem’in kendisi gibi
topraktan yaratılan ilk eşi. Âdem’e boyun eğmeyi kabul etmeyen, ikisinin de
topraktan yaratıldığı için eşit olduğunu söyleyen Lilith Âdem’in günlük
hayattaki ve cinsel yaşamlarındaki buyruklarına uymayı reddeder -aktaran
kişilerin vurgusuna göre bu öncelik değişebiliyor- ve Tanrı’nın söylenmesi
yasak olan ismini söyleyerek cennetten sürülür. Dışlanmış bir hayat yaşamaya
başlayan Lilith sürgünü sırasında cinler ve onların başı Şamael ile yolu
kesişen Lilith onlarla ilişkiye girer ve onların çocuklarını doğurur.
Lilith sapkınlık olarak değerlendirilen yeni yaşamına
kapılmışken Âdem cennette onu özlemektedir. Tanrı’dan onu geri getirmesini
ister. Tanrı bu isteğin Lilith’in inisiyatifine kaldığını, ona Sanvai,
Sansanvai ve Semangelof adlı üç meleği göndereceğini; fakat Lilith geri
dönmeyi seçmezse her gün yüz çocuğunun öldürüleceğini söyler. Melekler teklifi
Lilith’e götürür. Ancak Lilith buna şiddetle karşı çıkar. Ve her gün yüz
çocuğunu bu uğurda kurban vermek zorunda kalır.
Lilith, duyduğu öfkeyle o günden itibaren Âdem’in soyundan
gelen bütün çocukların düşmanı olmaya ant içer. Erkek çocukların ölümü
doğumlarından itibaren ilk sekiz gün, kızların ise ilk yirmi gün içinde
gerçekleşecektir. Onu uzak tutabilecek tek şey ise çocukların yanında bu üç
meleğin isminin ya da suretinin bulunmasıdır. Bu yüzden günümüzde hala Lilith’in
varlığına inanan toplumlar geceleri bahçeye bebek bezi asmaktan kaçınırlar.
Bunun Lilith’e o evde bir yeni doğan olduğunu haber vereceğine inanılır. İslam
dinine göreyse loğusalık döneminde yaşanan al basması yani loğusalık depresyonuna Alkarısı isimli bir cin sebep olduğu söylenir. Bu sebeple loğusa doğumdan sonraki kırk günü atlatmadan yalnız bırakılmaz.
Lilith’in ibret olsun diye anlatılan hikâyesi böyle sona
eriyor. Hepimizin bildiği Eva ile az çok öğrendiğimiz Lilith’in yaşamının ise; yazıyı
okumakta olan hemen hemen her kadını aynı soruda bir araya getirdiğini tahmin
etmek güç değil: Evet bayanlar, biz hangisiyiz?
Günümüz kadınını belirli bir modele indirgemek oldukça zor.
Özellikle bu modeller zamanın başlangıcında yaşamış eşi benzeri bulunmayan
kadınlarsa. Konuya daha feminist yaklaşan arkadaşlar kendilerini Lilith’e
benzetecek, toplumun geri kalan kısmındaki ezilen bayanlarımıza da Eva
yakıştırmasını yapacaklardır. Kimsenin çıkıp ‘’Ben Eva’ya benziyorum.’’
yorumunu yapmayacağını biliyoruz, ancak; kendimizi tanımlarken bu iki kadını
birbirinden ayrı tutmak sizce ne kadar doğru? İçgüdülerimizin temelinde Eva’nın
yaradılışı yatıyor olabilir mi?
Soruyu ön yargısız bir biçimde ele almak lazım. Toplumda
saygı duyan ve kendisine saygı duyulan her kadın birey bilir ki; kadın
‘eşittir’ içgüdü değildir. Mantık, kadın doğasının içinde yer almakta olan bir
olgu olup; kadını erkek bireyle aynı statüye taşıyabilecek bir niteliktir.
Fakat mantıkla birlikte doğal içgüdülerini de bünyesinde taşıyan kadının
günümüzde kutuplaşması, kendi içinde Eva ve Lilith olarak ayrılmasının sebebi
ne?
İşte burada devreye kadın ve erkeği bir araya getiren toplum
giriyor. Korunmak, kollanmak doğasıyla dünyaya gelen her kadın topluma dahil olduktan sonra yine aynı toplumun sahip olduğu psikolojik ve sosyolojik olgular
yüzünden kendisine bir saf seçmek zorunda kalıyor. Eva olarak tanımladığımız
kadınlarımız aile baskısı, şiddet, içinde bulundukları psikolojik durum, erkeğe
çevre tarafından yüklenmiş olan rolün altında ezilme, ya da çok daha basit bir neden
olan çekingenlik yüzünden mantıklarını su yüzüne çıkaramayarak doğal rollerini
kabulleniyorlar. Lilith olarak bildiklerimiz ise kötü muamele gören hemcinslerinden
veya yine erkeğin toplumdaki baskıcı rolünden etkilenerek daha isyankar bir
tavra sahip olup; karşı tarafın içgüdülerinin varlığını reddederek kontrolü
mantıklarının eline bırakıyorlar. Peki, iki tarafın da tamamen açık bir
bilinçle sergilemediği bu tavırlar ne kadar doğru? Bir kadın, eğer temelde iki
bağımsız özelliğe sahipse; bunlardan herhangi birini reddetmek yerine ikisini
harmanlayarak özgün bir birey oluşturması gerekmez mi?
Sorunun cevabı ne kadar ‘’evet’’ olsa da, kadınlarımızın
çekinceleri ve bu gerçeği olduğu gibi kabullenmeyip; kadına karşı açık bir
avantaj olarak kullanan erkek bireylerimizin varlığı henüz bizi Eva ile
Lilith’i birleştirmeye hazır hissettirmiyor. Ancak ön yargılarını bir kenara
bırakmış olan bazı kadınlarımız gibi; yaradılışının ona yüklediği koruma ve kollama
içgüdüsünü benimseyen, kadınına hak ettiği değeri veren ve birçoğumuzun ne
yazık ki henüz kabul etmediği kadın-erkek eşitliğini kabul etmiş olan
erkeklerimiz de var.
Sonuç olarak diyebileceğimiz şu ki: her iki cinsin de
tartışarak, anlayarak, paylaşarak ve en önemlisi birbirine inanarak kat etmesi
gereken yol çok çok uzun, ve gerçekleştirebildikleri takdirde eminiz ki bir o
kadar saygı uyandırıcı.
10 Şubat 2013 Pazar
Çöl #3
Yarısı kırık
kapıyı ittirirken Atareh'e methiyeler dizen o ilahinin dinlendirici sesini
duydu. Kalbinin sakinleştiğini hissetti. Ancak ona huzur veren ilahinin sözleri
değil kadının sesiydi. Kapı gıcırdayarak açıldığında ilahiyi yarıda kesip
arkasını döndü kadın, elini uzatmış gülümseyerek kullarını bekleyen tanrının
heykeli önünde dururken. Gülümsedi paltolu adama ondan hiçbir karşılık
beklemeden ve ondan hiçbir kötülüğün gelmeyeceğini umarak.
Ön sıralardaki
oturaklardan birine attı kendini yorgunlukla. Elini gözüne siper ederek başını
kaldırıp baktı yukarıya. Bulutsuz gökyüzü görünüyordu bir kısmı çöken tavandan.
Rüzgardan uçuşan kum taneleri parlıyordu tepelerinde. Elini kaldırdı havaya
uçuşan taneleri tutmak istercesine. "Hiçbir ümidin kalmadığında ne
yaparsın rahibe?" diye sordu adam bakışlarını elinden ayırmadan. Kadın
ellerini göğsünde birleştirdi ve gözlerini kapadı, "Atareh yanımda olduğu
sürece ümitsizlikten korkmama gerek yoktur yabancı" dedi o huzur verici
sesiyle.
"Peki ya
yanımızda değilse?" dedi adam avcunu kapatarak.
"Yanında
olmadığını düşündüren şey nedir yabancı?" dedi kadın ona yaklaşarak.
"Biliyor musun
rahibe? Bana Hayalet'i kovalamam gerektiği söylendiğinde düşünmeden peşine
düştüm. Günlerce arkasında bıraktığı izleri takip ettim. Birçok insana
rastladım, bazıları dost oldu benle bazılarıysa düşman. Şimdiyse tek düşündüğüm
şey bir yerde öldüğüm ve bir yere sürüldüğüm."
"Seni
düşleyecek birini bıraktın mı arkanda yabancı?" dedi kadın adamın yanına
oturarak. "Yanında olduğu zaman seni sevgisiyle saran, sana güven veren
biri? Ancak sen ona ulaşamasan bile her zaman senin kalbinin yanında olan biri
var. Sen onu bıraksan bile..."
Parmağıyla
kadının dudaklarına dokunarak onu susturdu. "Şehir'den çıkılabileceğini
hiç düşündün mü rahibe? O devasa surların arkasından birinin geleceğini hiç
düşündün mü? Şimdi birisi dışarıda ve onu aramaya çıkan biri daha. Neden bütün
çöl kendinden olmayan birini koruyor anlamıyorum"
Kadın adamın
elini tutarak avuçlarının arasına aldı. "Kim bilebilir yabancı? Belki de
senin anlamak istemediğin bir şeyler yardım ediyordur ona. Yapması gerekeni
yapacak olan geldi belki de."
"Hikayelerde
hep kahramanın karşısına birileri çıkar değil mi rahibe" dedi adam
ellerini kadının avuçlarından çekerken.
Rahibe gülümsedi.
Hayalet'in peşinden birisi koşmalıysa eğer, o da bu adam olmalıydı.
"Herkes gibi sen de cevaplarını onda arıyorsun yabancı". Adamın
yanından kalktı ve heykelin önünde dikildi. "Git" dedi ona, "Onu
Tulagradn ellerinde ara", kapıyı işaret ederek.
Paltolu adam kalktı ve kadının yanına giderek göğsüne eline koydu, sonra da karnına, "Biliyorum" dedi sessizce, "İşlenen bu günahın bedelini sen daha iyi biliyorsun" ve silahını çıkardı paltosundan.
Kadın arkasını
döndü, dizlerini çökerek oturdu yere. Ellerini birleştirdi göğsünde ve
"Yaptıklarımdan utanmıyorum" dedi sesi titreyerek. "Atareh
şahidim olsun" dedi ve gözlerini kapadı. Birkaç damla yaş süzüldü
gözlerinden.
Tek bir el ateş
sesi duyuldu küçük kiliseden o an.
Ve paltolu adam kiliseden
çıkarken kimseyi rahatsız etmek istemiyormuş gibi sessizce kapattı kapıyı.
Paltosunu ve şapkasını düzeltti ve kadının işaret ettiği yere doğdu yürümeye
başladı sert adımlarıyla.
Kadın ise hala
dizlerinin üzerinde heykelin başının olduğu yere bakıyordu şaşkınlıkla.
Veya heykelin
başının olması gereken yere.
9 Şubat 2013 Cumartesi
Sen bilmezdin...
Sen bilmezdin... Gözlerinin içinde kayboluşlarımı... Orada kaybolduğumda beni geri getirenin sen olduğunu sen bilmezdin... Belli olmasın diye; gözlerine aşık olduğum, herkesin gözlerine bakmayı öğrendim... Sen sanırdın ki insanların gözlerinin içine bakarak konuşan biriyim... Ben bırak gözlere, insanlara bakamaz utanırdım... Sen öğrettin bana utanmadan gözlere bakmayı... Ama sen bilmezdin bir tek seninkilerde kaybolduğumu... O masmavi gözlerde yok olurdum...
8 Şubat 2013 Cuma
Çöl #2
Önlerindeki koca kütük çıtırdayarak ağır ağır yanıyordu. Sessizce
oturuyordu ateşin önünde. Arada bir rüzgar çıkıyor, paltosuna biraz daha
sarınıyordu her seferinde. Ama bu gece biraz daha şanslıydı. Önünde yanan bir
ateşi ve pek konuşmasa da yanında biri vardı. Evet, bu gece biraz daha
şanslıydı bu tanrıların unuttuğu çölde.
Yanındaki adam öksürdü sanki sessizliği bozmak istercesine. Başını
çevirip adama baktı. Dizine kadar gelen cübbesi ve boğazına sarılmış atkısıyla
öylesine oturan bir ihtiyar. Gece bastırmadan hemen önce karşılaşmışlardı
onunla. İhtiyar ondan hiç çekinmeden yanında kalmasına izin vermiş, ateşini
paylaşmıştı bu soğuk gecede.
"Şehir'den çok uzaktasın evlat" dedi ihtiyar,
"Buraya kadar gelebildiğine göre, sende iş var demektir". Gülümsedi
bu sözleri duyunca. Ancak gülümsemesi onu, o karanlık gecede onu sadece
biraz daha korkutucu yapıyordu. Rüzgar yine uğuldamaya başlayınca sıkıca
sarındı paltosuna.
"Hayaleti kovaladığına kalıbımı basarım" dedi ihtiyar,
her bir kelimenin üzerine tek tek basarak. Elinde tuttuğu değneğini dikti,
yerdeki kumları karıştırmaya başladı. "Ama sen farklısın. Seni harekete
geçiren şey diğerlerinden farklı" dedi. "Öyle" diye cevapladı
paltolu adam, "Söylesene ihtiyar, diğer insanlar neler diyor bu Hayalet
hakkında?"
"Birisi çok güzel bir kadın olduğunu, öbürüyse çok yakışıklı
bir erkek olduğunu söylüyor. Bazısı havada süzüldüğünü, bazısı ise taşları
dokunmadan hareket ettirebildiğini... Hayalet işte. Bütün çöl Şehir'den kaçan
birisinin peşinde" gülümsedi ama daha çok diğer insanlara acır gibiydi
hali. "Çöl evdir evlat, bizim gibilerin evi. Şehir'e girememişlerin
sığınağı. Şehirdeki şehrinde, çöldeki de çölünde kalmalı. Biri diğerinin işine
karışırsa böyle olur işte."
Yavaş yavaş gün doğmaktaydı. Güneşin yükselişini izledi bir süre.
Sonra ihtiyara dönüp "Ben olanları sorgulamıyorum" dedi paltolu adam.
"Etrafımda neler olduğu önemli değil. Ben sadece O'nu istiyorum"
Bakışlarını adamdan yeni doğan güneşe çevirdi "Senin gibi
onlarcası var evlat, bilmediği bir şeyi elde etmek için canını vermeye hazır
olan".
"Ben neyin peşinden koştuğumu biliyorum" dedi paltolu
adam oturduğu yerden doğrulurken.
"O zaman Atareh yardımcın olsun" dedi ihtiyar.
"Atareh onların yardımcısı olsun. Çünkü o benden umudunu
keseli çok oldu."
7 Şubat 2013 Perşembe
Çöl #1
Dışarıda uğuldayan rüzgarın sesi rahatsız ediciydi. Üstüne
üstlük bir de havanın cehennem gibi sıcak olması da eklenince ister istemez
"Ben ne halt ediyorum burada" diye sorgulamasına sebep oluyordu. Ama
buradaydı işte. O lanet olası herifi aramak için Şehir'den ayrılması gerekmişti
ancak lanet herif arkasında hiçbir iz bırakmamayı başarıyordu her seferinde.
Talihine hakaretler yağdırarak önünde oturan adama döndü tekrar "Son kez
soruyorum evlat, O'nu gördün mü?"
Kendisine soru sorulan adam yavaşça başını kaldırdı. Elleri arkadan sandalyeye bağlanmıştı. Bitkindi, ağzından ve
sağ kaşından kanlar akıyordu. "Bilmiyorum Efendi" dedi ve yutkundu,
"ben fakir bir çiftçiyim sadece"
Adam ayağa kalktı ve elleri sandalyeye bağlı olan adamın
yanına gitti. Rüzgarın sesi bir alçalıp bir yükseliyordu. Yumruğunu sıktı ve bir
kere daha indirdi adamın suratına. Yumruğu yiyen adam sandalyeyle birlikte yere
yığıldı.
Adamın ceketinin yakasından tutup kaldırdı hızla. Suratına
soluyarak "Bana bak lanet herif. Bildiğini biliyorum. O buraya kadar
geldi. Şehir'den millerce ötedeyim ve sinirim bozuk. Ya istediğim cevapları
verirsin ya da bu tanrının cezası kulübede çürür gidersin. Seçim senin"
"Ama Efendi bilmiyorum. Atareh şahidim olsun ki
bilmiyorum. Buraya hiç Şehirli gelmez. Sen de biliyorsun. Şehir'den çıkmak
yasaktır."
"Hay lanet" diyerek adamı yere çarptı. Kimse
yardım etmiyordu. Arkasını döndü ve pencereye doğru yürüdü. Sonsuzmuş gibi
görünen çölü seyre daldı. Cebinden de bir sigara çıkarıp yaktı. Güneş sanki onu
yıldırmak istermiş gibi parıldıyordu tam tepelerinde. Derince bir nefes çekti
sigarasından. Şehir'i arkada bırakalı aylar olmuştu. İlk başladığında inancı
yardım etmişti ona bu yokluğun ortasında. Ancak her geçen gün daha da çok
sorguluyordu görevini. Kaçağın birini geri getirmek için niçin Şehir'in dışına
çıkılsındı ki? Kaçan kaçmış işte. Ancak O'nun kaçmış olması nüfuzlu kişilerin uykularının kaçmasına
yetiyordu.
Bütün bu düşüncelerinden sıyrılarak tekrar yerde yatan adama
döndü. Ağır ağır inliyordu adam yerde. Sigarasını yere atıp ayağıyla söndürdü. Yere
eğildi ve adamın bağlarını çözdü. Sonra da kapıya doğru yöneldi.
Kapıyı açtığı gibi deli deli esen rüzgar içeri girdi.
Paltosu havalandı kapının önünde. Dışarısı o kadar aydınlıktı ki çıkarken
gözlerini koluyla siper etmek zorunda kaldı. Son bir kez daha dönüp yerde yatan
o zavallı adama baktı. Sonra da döndü ve yürüdü. Çölün o ıssızlığında gözden kayboldu.
6 Şubat 2013 Çarşamba
Yazamayan Yazar(ımsının) Çığlığı
İsimsiz Word dosyasındaki imleç yanıp sönerken ne yazsam
diye kafa patlatmaktayım. Hep böyledir zaten, asla aklımdaki şeyleri tam olarak
yazamam. Saatlerce düşünmem gerekir ve bitse bile saatlerce okuduğum olur.
Saçma... Ama böyle...
Yazamıyorum işte. Diğerleri kadar afili cümleler
kuramıyorum, yazdıklarım dümdüz olur hep. Okuyan kişi eğer karşımda olsa daha
etkili anlatabilirim olayları ama olmuyor işte. Yazmadan da duramıyorum.
Ama madem bu kadar beceriksizim, neden yazmaya çalışıyorum?
Belki de kaçmasınlar diye. Evet, büyük
ihtimalle bu sebepten. Hayal kuruyorum aynı sizler gibi. Ama ben onların
kaçıp gitmesini istemiyorum.
Hikaye yazıyorum kendimce. Beğeneni olduğu kadar okunsa
başkalarınca da daha mutlu olacağım aslında ama okunma sayıları asla mutlu
etmedi beni. Asla da etmeyecek galiba. Umrumda da değil açıkcası, zaten hayatta
kim mutlu olmuş ki?
Neden yazıyorum, neden yazıyoruz? Biz niye bu blogu açtık?
Cevap verin ey yazarlar!!! "Abi yaz mutlaka" dediniz diye böyle oldu, sizin yüzünüzden çıkmaza girdim, kafam karman çorman
oldu...
P.S: Kısacık yazımdaki umutsuzluk havası sevgilimden
ayrıldığımdan falan değil (Zaten hiç olmadı). 50 kere öldüğüm o sinir BF3
maçından sonra yazıldı. Moralim çok bozuk yani. Hadi iyi geceler...
5 Şubat 2013 Salı
İZ
Ben isterim ki senden silince izi kalmasın
Altımızda yatan yatak haricidir
İsterim kelimeleri değişsin yaşamanın
Yaşamak elini salıvermişse
Dün akşamki uykuların
İhtiyaç hem olsun, hem de olmasın
İsterim adım yazılsın öptüğüm yerlerine
Kokun öyle ben olsun ki, bizden çıkmasın
Parmak uçlarım büyüsün
Dokundukça
Atılması gerek ne yüklüyse sırtında
İsterim üç gece uzakta biri sevinsin
Sevişmenin namı sevişmek olmasın senle
Kapılar kapanınca sırtımıza
Biz hep sevdaya gelelim
O en güzel sevda ki, hiç kıpırdamasın
Taşlarına su dökülmüş avlularda.
4 Şubat 2013 Pazartesi
Ayaz
Senin üşümem dediğin, gecenin biri.
Sırtında denizin rüzgarı peydah
Ben sendeki kumaşa sıkıca sarılmışım
Yitirdiğim saati bulmuşum gibi
Onun için bir vakit ne kadar ağlamıştım.
Bir de ne var, söylesem
Gülünce gözleri sönüyor ışıkların
Adamlar adamlıktan çıkıyor, hele kadınlar
Onlar beni sevdiğin gün bırakmışlar
Senin olmayı.
Saymadığın ayaz ellerimi koparacak
Uzakta bir kıyamet bana karışça yakın
Dahası da olmayı bilirdim elbet
Karanlıkta güzel
Zamanı dondurup cebime atmak.
Ağır ağır gidelim
Bacaklarım tutuyor şimdi
Hiç bir eve geç değil ellerimiz
Bak yüreğinin saati, kadranında ben
Kaybettiğim yere yüzümü koyunca hem
Hala gecenin biri.
-Fanlara-
"I will suffer
I will burn
Let hate prevail
Enslave my soul
But I'll never surrender"
Haftanın başından beri bu dizeler yankılanıyor evin içinde Andy LaPlegua'nın sesiyle. Kardeşim o diski PS3'e taktığından beri hastasıyız ikimizde ve sanırım uzunca bir süre de bizimle beraber olmaya devam edecek. Birkaç gündür kafama takılan bir konu var ve sebebi de bu şarkıyla başlayan ufak bir tartışma aslında. Kısaca olayı özetlemek istiyorum: Facebook'ta bir grupta bu şarkıyı paylaşıyoruz (Şarkı bu arada yeni çıkan DmC olarak kısaltacağım Devil May Cry oyununa ait) ve ben oyunu çok sevdiğimi anlatan birkaç cümle sarf ediyorum ve beğenen kişilerden tepki alıyorum(!) Onlar beğenmemiş bu oyunu hayranları olarak. Dikkatinizi çekerim "hayran"ı olarak.
Bir şeyi çok sevebilirsin. Onunla ilgili dergileri, haberleri, internette yayınlananları vs. takip edebilir ve beğendiğin şeyi sonuna kadar savunabilirsin. Buna karşı çıkmıyorum çünkü bizler de böyleyiz ancak hayranıyım diye karşı tarafa hakaret etmeye, onu aşağılamaya başlarsan kusura bakma da bir zahmet bırak bu işleri, çünkü artık samimi bulmuyorum yaptıklarınızı.
Takip ettiğim onlarca yazar, müzik grubu, anime ve video oyunu serisi var. Açıkça hayranı olduğum yapımlar da var. Bir zamanlar ben de ateşli bir hayrandım ancak şunun farkına vardım: Ortada bir emek var. İnsanlar düşünmüş, uğraşmış ve senin hayalini zor kurduğun bir şeyi gerçekleştirerek onu bizlere ulaştırmışlar. Ve sen hiç acımadan hayranıyım diye olmamış diyorsun. Adamlar hep aynı şeyi yapacak değil ya illa ki değiştirecekler, yeni şeyler deneyecekler. Biraz anlayışlı olun yahu!
Gerçi şöyle de bir durum var: Bizler belli bir meblağ harcayarak bu ürünlere ulaşıyoruz ve haklı olarak da insanlar aldıklarının onları tatmin etmesini bekliyorlar, hayranları ise diğerlerinden daha iştahla bunları beklemekte. Ancak siz onları tatmin etmekte başarısız olursanız otomatikman suçlu oluyorsunuz, beceriksizlikle suçlanıyorsunuz ve insanlar sizi çoğu mecrada yererek diğer insanları da etkiliyor ve sonuç; Başarısız satış rakamına sahip bir yapım.
Yukarıda bahsettiğim duruma istinaden şöyle bir cevabım olacak: O ürünlerin kaçı gerçekten alınıyor acaba? Ben gittim, DmC adlı oyunu satın aldım, gayet de beğendim birkaç şey haricinde "olmuş" bir yapımdı ve haklı olarak da farklı mecralarda bu şekilde yorumlar yaptım. Ancak bazıları (tartıştığım kişiler değil veya bilemiyorum) oyunu belli ki malum yöntemlerle elde etmiş ve beğenmemiş. Oyunu satın alırsın ve beğenmezsin amenna, ancak kuruş harcamadan (gerçi internet ve elektrik parası ödüyor değil mi?) o oyun hakkında yorum yapma gibi bir hakka sahip olduğunu düşünmüyorum. Elbette benim de o şekilde elde ettiğim pek çok şey var ancak dediğimi uyguluyorum. Beğenmediysem sadece bırakıyorum bir kenara. Bu yüzdendir ki artık internette veya sosyal yaşamımda insanların düşüncelerine başvurmuyorum. Araştırıyorum, konusu nedir, neyden bahsetmiş. Yayıncısının paylaştığı bilgilere bakıyorum ve bende merak uyandırıyorsa ediniyorum, etmiyorsa bana ne bi daha yüzüne bile bakmam. Belki bu yüzden birçok şeyi kaçırdım ve kaçırmaya devam ediyorum ancak en azından aldığım üründen tatminsizlik yaşamıyorum. Elbette ki arada beğenmediklerim oluyor ancak mantıklı şekilde nelerin olmadığını soruyorum kendi kendime, çamur atma veya hakaret etme gibi eylemlerde bulunmuyorum.
Anlattıklarımın çoğuna uysam da bazen benim de zıvanadan çıktığım durumlar oluyor ancak yavaş yavaş aşmaya başladım ve bir şeyi fark ettim; artık izlediklerimden/ oynadıklarımdan/ okuduklarımdan /dinlediklerimden çok daha fazla zevk almaya başladım. Aynını size de öneririm. Bir şeyi eleştirmeden önce onu iyice inceleyin. Neresi size göre neresi değil bunları belirleyin ve ondan sonra hakaret etmeden eleştirinizi yapın. Göreceksiniz ki sadece bu değişim bile sizde gelişmelere yol açacak.
Yeni şeylere açık olun ve eleştiriyi dozunda yapın. Böylelikle daha az sinir stres yaşarsınız. :)
I will burn
Let hate prevail
Enslave my soul
But I'll never surrender"
Haftanın başından beri bu dizeler yankılanıyor evin içinde Andy LaPlegua'nın sesiyle. Kardeşim o diski PS3'e taktığından beri hastasıyız ikimizde ve sanırım uzunca bir süre de bizimle beraber olmaya devam edecek. Birkaç gündür kafama takılan bir konu var ve sebebi de bu şarkıyla başlayan ufak bir tartışma aslında. Kısaca olayı özetlemek istiyorum: Facebook'ta bir grupta bu şarkıyı paylaşıyoruz (Şarkı bu arada yeni çıkan DmC olarak kısaltacağım Devil May Cry oyununa ait) ve ben oyunu çok sevdiğimi anlatan birkaç cümle sarf ediyorum ve beğenen kişilerden tepki alıyorum(!) Onlar beğenmemiş bu oyunu hayranları olarak. Dikkatinizi çekerim "hayran"ı olarak.
Bir şeyi çok sevebilirsin. Onunla ilgili dergileri, haberleri, internette yayınlananları vs. takip edebilir ve beğendiğin şeyi sonuna kadar savunabilirsin. Buna karşı çıkmıyorum çünkü bizler de böyleyiz ancak hayranıyım diye karşı tarafa hakaret etmeye, onu aşağılamaya başlarsan kusura bakma da bir zahmet bırak bu işleri, çünkü artık samimi bulmuyorum yaptıklarınızı.
Takip ettiğim onlarca yazar, müzik grubu, anime ve video oyunu serisi var. Açıkça hayranı olduğum yapımlar da var. Bir zamanlar ben de ateşli bir hayrandım ancak şunun farkına vardım: Ortada bir emek var. İnsanlar düşünmüş, uğraşmış ve senin hayalini zor kurduğun bir şeyi gerçekleştirerek onu bizlere ulaştırmışlar. Ve sen hiç acımadan hayranıyım diye olmamış diyorsun. Adamlar hep aynı şeyi yapacak değil ya illa ki değiştirecekler, yeni şeyler deneyecekler. Biraz anlayışlı olun yahu!
Gerçi şöyle de bir durum var: Bizler belli bir meblağ harcayarak bu ürünlere ulaşıyoruz ve haklı olarak da insanlar aldıklarının onları tatmin etmesini bekliyorlar, hayranları ise diğerlerinden daha iştahla bunları beklemekte. Ancak siz onları tatmin etmekte başarısız olursanız otomatikman suçlu oluyorsunuz, beceriksizlikle suçlanıyorsunuz ve insanlar sizi çoğu mecrada yererek diğer insanları da etkiliyor ve sonuç; Başarısız satış rakamına sahip bir yapım.
Yukarıda bahsettiğim duruma istinaden şöyle bir cevabım olacak: O ürünlerin kaçı gerçekten alınıyor acaba? Ben gittim, DmC adlı oyunu satın aldım, gayet de beğendim birkaç şey haricinde "olmuş" bir yapımdı ve haklı olarak da farklı mecralarda bu şekilde yorumlar yaptım. Ancak bazıları (tartıştığım kişiler değil veya bilemiyorum) oyunu belli ki malum yöntemlerle elde etmiş ve beğenmemiş. Oyunu satın alırsın ve beğenmezsin amenna, ancak kuruş harcamadan (gerçi internet ve elektrik parası ödüyor değil mi?) o oyun hakkında yorum yapma gibi bir hakka sahip olduğunu düşünmüyorum. Elbette benim de o şekilde elde ettiğim pek çok şey var ancak dediğimi uyguluyorum. Beğenmediysem sadece bırakıyorum bir kenara. Bu yüzdendir ki artık internette veya sosyal yaşamımda insanların düşüncelerine başvurmuyorum. Araştırıyorum, konusu nedir, neyden bahsetmiş. Yayıncısının paylaştığı bilgilere bakıyorum ve bende merak uyandırıyorsa ediniyorum, etmiyorsa bana ne bi daha yüzüne bile bakmam. Belki bu yüzden birçok şeyi kaçırdım ve kaçırmaya devam ediyorum ancak en azından aldığım üründen tatminsizlik yaşamıyorum. Elbette ki arada beğenmediklerim oluyor ancak mantıklı şekilde nelerin olmadığını soruyorum kendi kendime, çamur atma veya hakaret etme gibi eylemlerde bulunmuyorum.
Anlattıklarımın çoğuna uysam da bazen benim de zıvanadan çıktığım durumlar oluyor ancak yavaş yavaş aşmaya başladım ve bir şeyi fark ettim; artık izlediklerimden/ oynadıklarımdan/ okuduklarımdan /dinlediklerimden çok daha fazla zevk almaya başladım. Aynını size de öneririm. Bir şeyi eleştirmeden önce onu iyice inceleyin. Neresi size göre neresi değil bunları belirleyin ve ondan sonra hakaret etmeden eleştirinizi yapın. Göreceksiniz ki sadece bu değişim bile sizde gelişmelere yol açacak.
Yeni şeylere açık olun ve eleştiriyi dozunda yapın. Böylelikle daha az sinir stres yaşarsınız. :)
Lâl
Bir güvercin olmuş elleri
Bugün uyandığından daha küçük kız
Vitrin camlarında küçük
Kimin cebinden çıkıvermişse
Ufacık artık
Parmaklarının ucunda yükseliyor
Gözlerinin ucuyla yükseliyor
Yansımalarından saklıca
Kaç yaşında değilse, onu söylüyor
Kaçıncısı size lazımsa.
Bükülürken ayak uçlarına, acısız
Su içiyor ilk, bir defa daha
Yutar gibi hıçkırıklarını
Dudaklarınızdan akan soruya cevap
Hani hiç silme zahmetine girmediğiniz
Su içiyor bir daha kız
Düğümlemek için çığlıklarını
Bakma diye yalvarıyor siz baktıkça
Kendi bir nefes yakınınızda seyirdeyken
Dağlara, tepelere ve olmayan insanlara
Pamuk ipliğinde huzur, kaçırdıklarıysa
Güvercinin kanatlarındaki
Kuluçka zamanında.
Bir bıçağın ağzına bakıyor kız
Su içiyor son defa.
Şimdi ona sen çoktan birsin dediniz
Tek değilsin, ama bir sadece
Sustu bir oldu çabucak
Adem birden fazla ölemez sanırken
Karıncayı yek bilerek gördüğü hayatı
Neyi gördüğünü asıl şimdi unutur derken
Sevmiyor tam da bu yüzden konuşmayı
Siz, onun yudumlarında yüzeceksiniz
Hüznüyle çekeceksiniz kendinizi
Derinden.
Bugün bacakları da direniyor kıza
Adı gibi biliyor ya
O da biliyor anlamadığını
Doğumuna bedeninden korkusu
Sözünü bulamamış da kendisi vermiş
Başladığını bitirmek omuzlarındaki
Yüzünü boyasanız da bir olduğuna
Tekin düşüyle uyanacak günlerine
Hepsinin mümkünü zamanın başında
Sökecek toprağından köklerini
Zor olsa da, dikmek için
İçerek can suyunu son bir kez daha
Güneşi güzel alan
Deniz ülkelerine.
Bugün uyandığından daha küçük kız
Vitrin camlarında küçük
Kimin cebinden çıkıvermişse
Ufacık artık
Parmaklarının ucunda yükseliyor
Gözlerinin ucuyla yükseliyor
Yansımalarından saklıca
Kaç yaşında değilse, onu söylüyor
Kaçıncısı size lazımsa.
Bükülürken ayak uçlarına, acısız
Su içiyor ilk, bir defa daha
Yutar gibi hıçkırıklarını
Dudaklarınızdan akan soruya cevap
Hani hiç silme zahmetine girmediğiniz
Su içiyor bir daha kız
Düğümlemek için çığlıklarını
Bakma diye yalvarıyor siz baktıkça
Kendi bir nefes yakınınızda seyirdeyken
Dağlara, tepelere ve olmayan insanlara
Pamuk ipliğinde huzur, kaçırdıklarıysa
Güvercinin kanatlarındaki
Kuluçka zamanında.
Bir bıçağın ağzına bakıyor kız
Su içiyor son defa.
Şimdi ona sen çoktan birsin dediniz
Tek değilsin, ama bir sadece
Sustu bir oldu çabucak
Adem birden fazla ölemez sanırken
Karıncayı yek bilerek gördüğü hayatı
Neyi gördüğünü asıl şimdi unutur derken
Sevmiyor tam da bu yüzden konuşmayı
Siz, onun yudumlarında yüzeceksiniz
Hüznüyle çekeceksiniz kendinizi
Derinden.
Bugün bacakları da direniyor kıza
Adı gibi biliyor ya
O da biliyor anlamadığını
Doğumuna bedeninden korkusu
Sözünü bulamamış da kendisi vermiş
Başladığını bitirmek omuzlarındaki
Yüzünü boyasanız da bir olduğuna
Tekin düşüyle uyanacak günlerine
Hepsinin mümkünü zamanın başında
Sökecek toprağından köklerini
Zor olsa da, dikmek için
İçerek can suyunu son bir kez daha
Güneşi güzel alan
Deniz ülkelerine.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)